Kayıtlar

Eylül, 2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Hayal ve Hakikat Ekseninde Fantastik Edebiyat

Resim
Fantastik romanlar dünya edebiyatıyla paralel son zamanlarda ülkemizde de çokça ilgi gören ve okuyucu kitlesi bir hayli artan bir tür haline geldi. Yerli olanı gözden kaçırmak ve bilinmezliğin getirdiği ötekileştirmeye oranla yabancı yazarlardan yaptığımız bilimkurgu romanlarının çevirileri oldukça fazla satmakta. Bunun sebebini düşünüldüğünde Türk edebiyatında kurgudışı dediğimiz olay örgüsü dışında bilimsel çalışmalar kitap olarak oldukça az basılmakta olduğu ortaya çıkmakta. Hal böyle olunca bu eksikliği gidermek ve farkındalığı arttırmak adına doktora tezlerinden yola çıkarak “Osmanlı Bilim Kurgusu: Fenni Edebiyat” adlı çalışmasıyla Seda Uyanık ve hemen ardından “ Fantastik Roman: Türkçe Edebiyatta Varla Yok Arası Bir Tür” adlı çalışmasıyla Pelin Aslan Ayar rafları doldurmuş bulunmakta. Bu bağlamda bu röportajımızda Sayın (Yrd. Doç. Dr.) Pelin Aslan Ayar ile keyifli bir sohbetimiz oldu.  Kimdir: Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde lisans, yüksek lisans

İnci’ye Mektup (Hikaye)

Resim
İnci’ye Mektup Kasım, her zamankinden daha soğuk geldi bu yıl. Bilirsin karanlığa doğmasını sevenlerdenim. Ekmeğin en sıcağı, sütün en tazesi, tamam… Gazetenin arasına sıkıştırmış postacı, en saf haliyle bir beyazlık döküldü kirli sayfaların arasından. Sana on üçüncü günün mektubundan seslenir gibi yazıyorum. Kalemin mürekkebi donmuş. Ya da sabahın ayazı onun da sınırını zorluyor.  Sabah pencereyi açtım. Bankta sarhoş iki üç evsiz, köşede bekleyen iki taksi, mesaisi bitmek üzere olan gece çalışanları ve sessizlik… Günü en sevdiğim, en temiz saatleri. Yine karşı apartmandaki ihtiyar (yalnızlığından mıdır, yaşlılığından mıdır, hastalığından mıdır bilmem) perdesini açıyor. Günün en tazesine o da alışkın demek ki.  Hava soğuktu, üşüdüm. Arkamı döndüğümde hala baş ucu lambam (bana hediye ettiğin günden beri hayatıma bu kadar uzun süreyle giren, bana yardım eden ama karşılığında hiç sorun çıkarmayan yegâne varlığım) yanıyordu. Artık etraf aydınlıktı. “İncinin lambası.” dedim. S

Aldığım Her Nefeste (Hikaye)

Aldığım Her Nefeste Bu gün günlerden salı. Oysa her zamanki gibi standart bir sabahtı. Üstelik normalinden beş dakika bile fazla uyumuştum. Belki günü farklı kılacak ilk adımım buydu ama ben bunun dahi farkında değildim. İnanılmaz bir rüzgar ve inceden bir yağmur... Dışarıda dakikaları koşuşturmakla gecen insan sürülerine, metroya yetişmek için çabalayan ben de dahil oldum. Ama olmadı... Gri sert zemine sürtünen keskin demir sesleri. Kapılar açıldı, kapılar kapandı, metro gitti ve ben zamanı bekletemedim. İşe geç kalmanın yanında daha ciddi ne olabilirdi? Rüzgar hızlandı yağmura karıştı, gök gürledi. Taksi! Evet, evet taksi. Metronun hemen önündeydi. Taksinin kapısını tuttuğumda, aynı anı ilk kez o zaman yakalamıştık. Sen, aynı refleksi göstermiş ve teninin her zerresine kadar ıslanmıştın...  İlkin basit bir Taksiyi paylaşmakla başladı hikaye daha sonra bu durum alışkanlık yarattı bizde. Dakikaları, saatleri, yemekleri, sevgiyi, aileleri ve aynı evi paylaşır olduk. Meğerse ikimiz

Böğürtlen Dalları (Hikaye)

Böğürtlen Dalları  Herhangi bir mayıs sabahı... Böğürtlen dalları rüzgârda sallanırken dalgalar sesiyle dolduruyor odayı. Perde nefes alan bir dev gibi şişiyor ve sönüyordu. Besbelli deniz ta en derinliklerinden hızla kucaklıyor sonra çaresizce terk ediyordu odamı. Yalvarırım sus... Perdenin rüzgârla kıpırdayan dişlerinden genel sesine uyandım. Başucumdaki saat 6:30’u selamlıyordu.  Üşüdüm kalkıp kapıyı tamamen kapatmak yerine pikeyi çeneme kadar çektim her gün yeni bir günün umuduyla başlayıp umudunu bir sonraki güne taşıyor insan. Düşüncelerimin çığlıklarından uyuyamadım yeniden. Karşıdaki tablo duvarda iz yapmış. Dün birer birer tüm tabloları indirdim. Duvarlar çıplak kaldılar. Doğruldum yatakta. Yere basarken başım döndü... Bir an tekrar oturdum yatağa. Başım çatlıyor. Bu kaçıncı uyku hapım?  Kibirli dallar hala pencereye vuruyor. -Ne inat ama!- Perde arasında görünen gök sarı sıcak yumuşak ama uzak, çok uzak... Yabancı umutsuzluktan serpilmiş birkaç hatıra kafamda dönüyor.

Bir Varmış Binlercesiyse Yok

Bir Varmış Binlercesiyse Yok  Çocukluğumuzda bizi büyüten babamızın beşiğini sallarkenki tıngır mıngır tekerlemeler mi yoksa masallardaki büyülü fasulyeler mi bilinmez ama hala zevkle dinlediğimiz kurguları heyecanla çocuklarımıza aktardığımız aşikardır. Sosyal medyada su sıralar pek çok Masal Gecesi/Dinletisi daveteyisi almama rağmen ne yazık ki katılma fırsatını bulamadım. Anlatılanlardan yola çıkarak çok şey kaçırdığımın farkındaydım elbet. Neyse ki gün yüzüme güldü ve organizasyonunda görev aldığım etkinlikte masalların çocuklar ve yetişkinler üzerindeki etkisini hikayeleri ve hayatından kesitlerle ile TEDxDEU'da aktaran Sıla Akdeniz'le tanışmam da bu sayede oldu. Sahnede aldığı alkıştan anlaşılacağı üzere kendisine pek bi hayran kalındığı doğrudur. O an anlatılanlar sadece bu sahnede kalmamlı, şu zamanda pek popüler olan masal gecelerinin ziyafetini daha büyük bir kitle çekmeli dedim ve kendisiyle sahne arkasında hoş bir sohbet gerçekleştirdik. İşte o sohbetten arda k

Karanlığa Gömülenler (Hikaye)

I. Bölüm Karanlığa Gömülenler Ayın yirmi üçünün dolunay vakti. Ay karanlık odanın çelik ve koyu seramik kaplı ortamında gün gibi parlıyordu. Yüzümü serin cama dayadım. Aşağıda boğuk, cehennem gibi trafiğin üzerine kamçı gibi inen yağmur trafiği felç etmişti. Farlar yüzünden cadde griyken birden bire renk değiştiriyordu. Kırmızı, turuncu ve yeşil… Yüzeyde kümelenmiş yağmur damlaları ışığı yansıtıyordu. Bir adım geriye çekildim. Camda suretimin izi; alın, burun, dudaklar ve çene. Nefesimin boğuk buharı…  Metin gitmişti, gün bitmişti ve geride yüzleşecek gece kalmıştı. Bir de yalnızca onu suçlayan bir ses. Burnuma mobilya cilası ve tarçın kokusu geldi. Dakikanın salise bölü yarısında aile fotoğrafı gözüme çarptı. Karanlığa alışan gözlerim artık yeterince iyi görebiliyordu. Şifonyerin üzerinde cam nargile ve pirinç mumluğun yanında… Onu bana neden verdiklerini bile anlamıyorum! Zihnimde; siyahların içinde gömülü karanlıkta sallanan gümüş grisi bir sarkaç vardı. Sarkaç durana kadar