Altın Çocuk Kintaro
ALTIN ÇOCUK KİNTARO'NUN MACERASI
(çeviri)
Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde. Develer tellal iken,
pireler berber iken; ben anamın, babamın beşiğine, tıngır mıngır sallar iken... Anam kaptı
maşayı, babam kaptı tavayı, döndürdüler bana dört köşeyi. Kestane aldım diridir diye.
Kestane aldım iridir diye, satamadım, kurudur diye. Minareyi belime soktum, belki borudur
diye. Aldılar, götürdüler “delidir” diye. Osman geldi, kurtardı. “O bizim masalcı ablamız,
deli değildir” diye. Toplandı çocuklar başıma, haydi, ‘Altın çocuk Kintaro’yu anlat’ diye.
(Kavruk ve Yardımcı,2012:259)
Yıllar yıllar önce Kyoto’da Kintoki adında cesur bir asker yaşarmış. Bu asker, köyün en
güzel kızına aşık olup onunla evlenmiş. Bu evlilikten kısa bir süre sonra onu kıskanan
düşmanları sebebiyle Kintoki iftiraya uğramış, işinden olmuş ve toplum içinde küçük
düşmüş. Bu talihsizlik onu o kadar üzmüş ki zavallı Kintoki üzüntüden hayatını kaybetmiş.
Güzel eşiyse dünyayla yalnız bir başına kalakalmış. Kintoki’nin düşmanlarından korkan
eşi bu talihsiz olaydan hemen sonra Ashigara dağlarına sığınmış. Ve orada ormancılar
dışında hiç kimsenin olmadığını ve böylece güvende olduğunu biliyormuş. O kuş uçmaz
kervan geçmez Ashigara ormanın içinde küçük bir oğlan çocuğu dünyaya getirmiş. Çocuk
o kadar güzel bir bebekmiş ki kadın doğan bebeğine Altın Çocuk anlamına gelen Kintaro
adını vermiş. Annesi Kintaro, büyüdükçe sadece güzel bir bebek doğurmadığını aynı
zamanda özel bir çocuk olduğunu da anlamış. Daha küçücükken çok özel güçlere sahip
bir bebek olduğunu farketmiş. Çünkü Kitaro kendi yaşıtlarından çok daha fazla güçlüymüş
ve büyüdükçe daha da güçleniyormuş. Öyle ki sekiz yaşına geldiğinde tek başına dev gibi
bir ağacı devirebilecek kadar güçlüymüş. Ormancılar bile bazen deviremedikleri ağaçlar
olduğunda Kintaro’dan yardım istiyorlarmış. Annesi ona ormancılara yardım edebilmesi
için kocaman bir balta almış. Ormancılar ona çoktan bir takma ad bile vermişler. Ona
Harika Çocuk! Annesine de Dağların Hemşiresi diyorlarmış. Çünkü ormancılar bu güzeller
güzeli hanımın ne işle uğraştığını bilmiyorlarmış. Kintaro’nun ağaç kesmek dışında başka
bir hobisi daha varmış. Kucaklayabilidiği koca koca kayaları bir kucaklayışta
parçalayabiliyor, taşları un ufak edebiliyormuş. Hatta o kadar güçlüydü ki bir eliyle ağacı,
diğer eliyle de koca kayayı tutup ikisini birlikte parçalayabildiğini bile duymuştum.
Diğer çocuklara hiç benzemeyen Kintaro, vahşi ormanın içinde büyümüştü. O ormanda
hayvanlarla arkadaş olmuş daha da ilginci Kintaro yıllar içinde bu dostlarının yani
hayvanların dilini de öğrenmişti. Onların ne dediklerini anlayabiliyor ve hayvanlarla
konuşabiliyordu. Kintaro’ya ormandaki dostları haberler taşıyor ve birlikte oyunlar oynayıp
güzel zamanlar geçiyorlarmış.
Özellikle lakabı İri Kıyım olan boz ayı, Uzun Boynuz geyik Tüylü maymun ve Uzun Kulak
tavşan en yakın dostlarıymış. İri Kıyım (Ayı) bazen oyunlara küçük kardeşleri olan Şanslı
ve Huysuz’u da getiriyormuş. Kintaro arkadaşlarını hiç birbirinden ayırt etmez hepsiyle
çok iyi anlaşırmış. Kintaro, tıpkı babası gibi çok cesur bir çocukmuş. Bazen Uzun
Boynuz’un (Geyik) boynuna öyle bir sarılıvermiş ki onun kocaman boynuzları Kintaro’yu
hiçte korkutmazmış.
Günlerden bir gün Kintaro uyanmış, annesinin hazırladığı nefis kahvaltıyı yapmış, sütünü
de içip annesinin tembihlediği gibi dişlerini de fırçalamış. Derken efendime söyleyeyim İri
Kıyım, Uzun Boynuz, Tüylü Maymun ve Uzun Kulak kapıda bitmesin mi. Hepsi birlikte
dağlarda oyun oynamak için Kintaro’nun annesinden izin istemişler. Annesi, “tamam ama
güneş batmadan herkes evinde olacak demiş.” ve sabah kahvaltı için hazırladığı
pişilerden birazcık Kintaro‘nun sırt çantasına koymuş. Hep birlikte ormana doğru yol
almışlar. Az gitmişler uz gitmişler dere tepe düz gitmişler. Aman efendim of deyim tırman
tırman bitmez bir dağı geçip gitmişler. Zorlu patikalardan geçmişler.
Ve birden karşılarına güzel mi güzel vahşi çeklerle dolu cennet gibi bir vadi çıkmış. Burası
onların hep birlikte rahatça eğlenebilecekleri bir yermiş. Hepsi yolculuktan yorgun
düşmüşler azıcık dinlenmişler. Uzun Boynuz (Geyik) boynuzlarını ağaca sürterek kaşımış,
Tüylü Maymun sırtını sıvazlamış, Uzun Kulak (Tavşan) pırıl pırıl tüyleri olan yumuşacık
kulaklarını düzletmiş. İri Kıyımda (Ayı) da bu yolculuktan dolayı epey bi acıkmış, gurr
gurrrrrr diye guruldayan karnını sıvazlıyormuş.
Kintaro dinlendikten sonra “Burası iyi bir oyun yeri, bence burada eğlenebiliriz.” demiş ve
arkadaşlarına bakmış. Onlara doğru gülerek “Kim benimle güreşmek ister, hadi
güreşelim...” demiş.
İri Kıyım (Ayı) “Evet, evet bu çok güzel bir oyun... Hadi güreşelim. Bakalım kim daha
güçlü.” demiş ve bir iki saniye düşündükten sonra güreşmenin zahmetli yorucu bir oyun
olduğu aklına gelmiş. Tembel İri Kıyım Kintaro’ya dönerek “İyi ama ben çok iriyim, sen de
çok güçlüsün. Bu adil değil. Önce Uzun Boynuz, Tüylü Maymun ve Uzun Kulak güreşsin.
Kim kazanırsa onla biz güreşelim.” demiş. Diğer hayvanlar da bu teklifi kabul edince İri
Kıyım koca bedeniyle yere yatmış ve aynı bir top gibi yerde yuvarlanmaya başlamış.
Toprağı düzleştirmiş ve güreşebilinecek hale getirmiş. Sonra da bir güzel köşeye geçip
miskin miskin yayılmış.
Kintaro heyecanlı bir şekilde “Arkadaşlar önce siz güreşin kazanana da ödül olarak
annemin yanıma koyduğu pişiden verelim.” demiş.
İri Kıyım, yattığı yerden, acıkan karnını sıvazlayıp bir güzel dili ile iştahı iştahlı dudağını
yalayarak “Aaa yaşasın yemek... Hepimiz ödülü isteriz.” demiş.
Uzun Boynuz (Geyik) Tüylü Maymun ve Uzun Kulak (Tavşan) hep birlikte güreşecekleri
alanı derleyip güreşe uygun hale getirmişler. İşleri bitince Kintaro oyunun kurallarını
söyleyip haydi başlayın diye haykırmış.
Hayvanlar güreşmek için tekerleme söylemişler ve Uzun Boynuz saymaya balamış.
Tekerleme bittiğinde Uzun Boynuzun parmağı Uzun Kulağı gösteriyormuş. Daha sonra
rakibi belirlemek için yeniden tekerlenme söylenmiş. Bu sefer ise seçilen Tüylü Maymun
olmuş. Uzun Boynuz da müsabakayı başlatacak ve hakem olacakmış.
Uzun Boynuz, Uzun Kulak, Uzun Kulak hazır mısın? diye tavşana seslenmiş. Hemde
nasıl hemde nasıl diyerek yerinde iki defa zıplamış tavşan. Ee tavşan bu elbet zıplayacak!
Uzun Kulakla, Tüylü Maymun güreşirken bilin bakalım kim kazandı? Tavşan kazandı... Ve
zavallı maymun acı içinde sırtını ovalamaya başladı.
Tüylü Maymun yerden kalkarken yaşlı teyzeler gibi söyleniyormuş “Ayy ayy ohhh vayyy
vah sırtım çok fena oldu... acıyor.” İlk raunt bitmişti. Tavşan maçı almıştı. Kintaro sırt
çantasından çıkardığı beslenme çantasını açtı ve annesinin hazırladığı nefis pişiyi ödül
olarak Uzun Kulağa verdi.
Tüylü Maymun küstü... Hem dayak yedi, hem de ödülü alamadı. Üstüne üstlük karnı da
açlıktan gurulduyordu. Böylece Kintaro’ya ve diğer arkadaşlarına dönerek “Ama bu
haksızlık. Bu oyun hiç adil değildi. Ben adil bir biçimde dövülmedim. Ayağım kaydı ve ben
de yenildim. Düşmeseydim ödülü ben alabilirdim. Bir rövanş istiyorum.” demiş.
Kintaro bu mızmızlanmaya çözüm yolu buldu “Mızmızlanma be Tüylü, tamam bak,
öyleyse yeniden güreşirsiniz.” dedi. Böylece tavşanla maymun yenden güreştiler. Fakat
bu sefer Tüylü Maymun hile yaptı. Bilindiği üzere maymunlar zeki varlıklarmış. Fiziki
olarak yenemediği Uzun Kulağı aklını kullanarak yenmişti. Biz duyduk ki Tüylü maymun
Pişiyi de bir güzel afiyetle yemiş. O kadar lezzetliymiş ki yediği pişi tüm ağrıları birden
geçivermiş, sevinçten şebek olmuş, daldan dala atlar olmuş.
İkinci güreşte bu sefer Uzun Boynuz ile Uzun Kulak karşılaşmış. Bu seferde hakem İri
Kıyım olmuş. Güreşte çok iyi olan Uzun Kulak, Uzun Boynuzu’da alt etmiş.
Kintaro havaya bakmış. Güneş neredeyse batmak üzereymiş. Annesinin tembihi aklına
gelmiş. Güreş o kadar eğlenceliymiş ki zaman çabucak geçivermiş. Kintaro oturduğu
yerden ayağa kalkıp, “Arkadaşlar artık bu gün için bu kadarı yeter yarın yine geliriz. Artık
eve gidelim yoksa annem endişelenir, kızar, bide ceza verirse eyvahhh yanarız.” demiş.
Hepsi uzun süre koşma yarışı yapmışlar. Aşağıya vadiye ilk ulaşan Uzun Boynuz olmuş.
En son ise “Öldüm, bittim... yavaş ayol, amanın... ohhhh!” diye sızlanan İri Kıyım olmuş.
İri kıyım o kadar şişmanmış ki bir ara koşarken düşüp yuvarlanmış. Yuvarlanmak ne
kelime ohooooo turşu kavanozu gibi duramamış da. Hatta bir ara hızını alamayıp en
öndeki Uzun Boynuzu bile geçmiş ama bir ağaca çarpıp durunca Uzun Boynuz yeniden
birinciliği elde etmiş. Vadiye ulaştıklarında bu yarışa son vermişler. Azcık su içip vadi
boyunca yürümüşler. Eve ulaşabilmek için kocaman bir çay’ın karşısına geçmeleri
gerekiyormuş. Uzun Boynuz, Tüylü Maymun ve Uzun Kulak’ta şimdi ne yapacağız diye
birbirlerine bakmaya başlamışlar. Etrafta ne köprü varmış ne başka bir şey. İri Kıyım
sudan çok korkuyormuş. Avuçlarını iki yanağına dayayarak “Abaleyy amanın ben bu suyu
nasıl geçeceğim yahu! Bu su beni alır götürür.” demiş. Uzun Kulak “Yahu İri Kıyım henüz
seni alıp götürecek su hiç kaynağından doğmadı ki. Baksana hepsi birden hızlı hızlı
geçiyor ki Allah korusun sen karşıya geçerken sana çarpar da ne olduklarını şaşırırlar
diye biran önce tüm su dalgaları sırasını savıyor.” demiş. Hep birlikte tüm arkadaşlar
gülmeye başlamışlar. İri Kıyım ise garibim Uzun Kulağın ne dediğini anlamamış şaşkın
şakın bakarak “Kaynak, doğmak, çarpmak...” diye parmaklarını sayıp duruyormuş.
Kintaro kahkahalarla gülerken eski kurumuş bir ağaç görmüş. Her zaman olduğu gibi
eliyle bu kuru ağacı tutmuş ve onu şöyle eliyle çabucacık parçalayıp bi güzel köprüyü
oluşturmuş. Hayvanlar onun bu gücünü hayranlıkla izliyorlarmış. Hep bir ağızdan “Abooo
bu ne kadar güçlü bir çocuk.” demişler.
Uzakta bu ormanın yabancısı olan bir ormancı varmış. Tesadüfen bu ormancı Kintaro’yu
ve arkadaşlarını görmüş. Görmüş görmüş amma gördükleri karşısında hayretler içinde
kala kalmış. Ağzı bi karış açık “Bu çocuk hiçte normal değil. Acaba bu güçlü yiğit kimin
oğlu ol ki? Dur şunu kaybetmeyeyim takip edeyim.” demiş.
Kintaro ve arkadaşları ise güle oynaya kendilerini izleyenin olduğundan habersiz her
zaman olduğu gibi nehrin kenarından karşıya geçip birbirleriyle vedalaşmışlar. Evli evine
köylü köyüne dönerken Kintaro da nihayet kendisini pencerede bekleyen annesiyle
karşılaşmış. Zavallı kadın meraktan oğlunun yolunu pencerede gözler olmuş. Annesini
görünce Kintaro heyecanlanmış,
“Anne (Okkasan) buradayım” demiş.
TUĞÇE HASEKEN
Oğlunun sağ salim eve geldiğini görünce derin bir gülümsemeyle: "Ah Kimbo, bugün ne
kadar geç kaldın sana birşey oldu diye ödüm koptu bunca zamandır neredeydin" Sonra
Kintaro cevapladı: "Arkadaşlarım Uzun Kulak, İri Kıyım, Tüylü Maymun, Uzun Boynuzla
dağlara çıktık ve onları kimin en güçlü olduğunu anlamak için güreşe davet ettim, hepimiz
çok eğlendik yarın aynı yerde tekrar güreşeceğiz." Annesi bilmiyormuş gibi davranarak
"Peki en güçlü kimmiş?" diye sordu. "Aman anne, kimin en güçlü olduğunu sanki
bilmiyorsun" dedi Kintaro. " Evet ama senden sonra en güçlü kim?" diye sordu annesi.
Kintaro "İri Kıyım benden sonra gelir" dedi. Bu defa annesi " Peki ya İri Kıyımdan sonra?"
dedi. Kintaro: "İri Kıyım'dan sonra hangisinin güçlü olduğunu kestirmek zor üçü de eşit
sayılır" diye cevapladı.
Dışarıdan gelen bir gürültüyle Kintaro ve annesi aniden sarsıldı. "Beni dinle küçük adam!
Bir daha güreşmeye gittiğinde bu yaşlı adamda seninle gelecek" Bu Kintaro'yu nehirden
beri izleyen eski oduncuydu. Ayaklarındakileri çıkardı ve kulübeye girdi. Yamauba ve
oğlu resmen şok olmuştu. Bu davetsiz misafiri meraklı gözlerle süzdüler. Ve gördüler ki
bu adam daha önce hiç görmedikleri biriydi. İkisi birden "Sen kimsin!" diye bağırdılar.
Sonra oduncu güldü ve dedi ki, "Benim kim olduğumun pek de bir önemli değil ama kimin
daha güçlü kolları var görelim, bu çocuğun mu yoksa benim mi?" Bütün hayatını ormanda
geçiren Kintaro adamın sorusunu alaycı bir şekilde cevapladı "Bu kadar ısrar ediyorsan
kimin güçlü olduğunu anlayabiliriz ama kim yenilirse yenilsin sinirlenmek yok" Sonra
Kintaro ve oduncu sağ kollarını uzatıp bilek güreşine başladılar. Çok uzun bir süre ikiside
bu şekilde güreşmeye devam etti sürekli birbirlerinin bileğini bükmeye çalıştılar ama yaşlı
adam çok güçlüydü ve bu garip çift kıran kırana yarışıyordu. Nihayet yaşlı adam pes etti,
ve şöyle dedi: "Aslında çok güçlü bir çocuksun beni sağ kolumla haklayabilen çok az
adam var, seni birkaç saat önce gölün oralarda bir ağacı söküp köprü yapmaya çalışırken
gördüm. Gördüklerime inanamadım. Bu güreşte kolunun gücü öğlen gördüklerimin kanıtı
oldu. Tamamen büyüdüğünde kesinlikle Japonya'daki en güçlü adam olacaksın ama ne
yazıkki bu dağlarda saplanıp kalmışsın, dedi yaşlı adam ve Kintaro'nun annesine döndü:
"Ve sen Hanım, hiç çocuğunu başkente götürmeyi ve ona bir samuray olarak kılıç tutmayı
öğrettirmedin mi?" Annesi: " Oğlumla bu kadar ilgilenmeniz çok hoş bir davranış ama
gördüğünüz gibi o vahşi ve eğitimsiz ayrıca malesef bunlar sizin söylediğiniz kadar kolay
değil. Oğlum reşit değilken bu kadar güçlü olması yüzünden onu Japonya'nın bu
bilinmeyen bölgelerinde saklıyorum çünkü yanına yaklaşan herhangi birinin canını
yakabilir. Ama hep oğlumu iki kılıç kuşanmış bir savaşçı olarak hayal ettim malesef bizi
başkente götürebilecek eşimiz dostumuz yoktu bu yüzden hayallerimin gerçek
olamayacağından endişelendim."
Size gerçeği söylemenin zamanı geldi: "Ben bir oduncu değilim ben bir komutanım ve
adım Sadamitsu. Güçlü Prens MinamotonoRaiko' ya itaat ediyorum. Prens bana ülkede
her yerde dolaşıp ona önemli güçleri için itaat edebilecek gençler bulmamı emretti.
Böylece bu gençleri ordusuna asker olarak yetiştirebilecek. Bunu en iyi oduncu kılığına
girerek yapabileceğimi düşündüm şans eseri bu senin oğlunu buldu. Şimdi eğer
gerçekten onun bir samuray olmasını istiyorsan onu alıp Prens Raiko'ya götüreceğim, ne
dersin?
Komutan planını yavaş yavaş açıkladıkça annesinin yüreğini büyük bir sevinç kaplamıştı.
Hayatı boyunca dilediklerinden birinin gerçekleşmesi için önlerinde harika bir fırsat
duruyordu. Dileği ölmeden önce Kintaro'yu samuray olarak görmekti. Başını yere eğerek
cevapladı: "Eğer gerçekten söylediklerinin arkasındaysan oğlumu sana emanet ediyorum"
Onlar konuşurken Kintaro annesinin arkasında öylece oturup konuşulanları dinliyordu,
annesinin son sözünü duyduğunda birden bağırmaya başladı: "İnanamıyorum çok
mutluyum. Komutanla gidersem bir gün bende samuray olabileceğim."
Böylelikle Kintaro'nun kaderi belirlendi. Komutan Kintaro'yla birlikte başkente gidiyordu.
Ama Yamauba için can parçasından ayrılmak hiç de kolay değildi ama güçlü durarak
bütün kederini gizlemişti. Biliyorduki herşey oğlunun iyiliği içindi. Bu yüzden şimdi ondan
ayrılmalı ve onun cesaretini kırmamalıydı. Kintora annesine onu asla unutmayacağına
dair söz verdi. Ve iki kılıç kuşanan bir savaşçı olduğunda onun için bir ev yapıp çok
yaşlandığında bile ona bakacağına söz verdi.
Kintaro'nun uzaklara gittiğini duyan Uzun Kulak, Tüylü Maymun, İri Kıyım, Uzun Boynuz
onunla gelip gelemeyeceklerini sordular. Ama onun tek başına iyiliği için gittiğini
öğrendiklerinde gidişini görmek için dağın eteklerine kadar onu takip ettiler. "Kimbo" diye
seslendi annesi: " Dikkatli ol ve uslu dur." Vefalı arkadaşları da Kintaro'ya iyi yolculuklar
diledi. Komutan Sadamitsu bu beklenmedik olağanüstü çocuğu yanına almış olmanın
verdiği neşeyle yoluna devam etti.
Başkente geldiklerinde komutan Prense Kintaro hakkındaki herşeyi anlattı. Onu nasıl
bulduğunu anlatırken Prens adeta keyif alıyordu ve hemen Kintaro'yu getirmelerini
emretti. Ve Kintaro'yu görür görmezde onu emrine aldı. Prensin ordusu 4 Yiğit isimli bir
grupla ünlüydü bu savaşçılar Prens tarafından en güçlüler ve en cesurlar arasından
seçiliyordu. Bu küçük ve iyi seçilmiş grup Japonya'nın tamamında onların gözü pek
halleriyle biliniyordu.
Kintaro büyüdüğünde 4 Yiğit'in lideri ona en önemli eğitimini veriyordu ama Kintaro
hepsinden kat kat daha güçlüydü.
Bütün bunlardan sonra Başket'te bir haber yayılmaya başladı. İnsan eti yiyen bir canavar
tutulduğu yerden kaçmıştı ve insanlardan çok da uzak sayılmazdı. Bütün insanlar felakete
uğramıştı. Prens Kintaro'yu görevlendirdi. Sonra Kintaro hemen yola koyuldu kılıcını
kuşanmak onu çok heycanlandırmıştı. İlginç bir şekilde Yaratık kendi yuvasındaydı,
Kintaro onun devasa başını keserek liderine büyük bir zaferle geri döndü.
Kintaro şimdi ülkesinin en büyük kahramanıydı. Böylelikle güç,şeref,zenginlik ayağına
kadar gelmişti. Söz verdiği gibi annesine rahat bir ev yaptı ve ömrünün son günlerine
kadar yaşlı annesiyle birlikte mutlu yaşadılar..
Bu gerçek bir kahramanın hikayesi değil mi?
KAYNAKÇA
KAVRUK, Hasan; YARDIMCI, Mehmet(2012); Anadolu Masalları Gerçekleşen Rüya, Malatya:
İnönü Üniversitesi Yayınları.
(çeviri)
Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde. Develer tellal iken,
pireler berber iken; ben anamın, babamın beşiğine, tıngır mıngır sallar iken... Anam kaptı
maşayı, babam kaptı tavayı, döndürdüler bana dört köşeyi. Kestane aldım diridir diye.
Kestane aldım iridir diye, satamadım, kurudur diye. Minareyi belime soktum, belki borudur
diye. Aldılar, götürdüler “delidir” diye. Osman geldi, kurtardı. “O bizim masalcı ablamız,
deli değildir” diye. Toplandı çocuklar başıma, haydi, ‘Altın çocuk Kintaro’yu anlat’ diye.
(Kavruk ve Yardımcı,2012:259)
Yıllar yıllar önce Kyoto’da Kintoki adında cesur bir asker yaşarmış. Bu asker, köyün en
güzel kızına aşık olup onunla evlenmiş. Bu evlilikten kısa bir süre sonra onu kıskanan
düşmanları sebebiyle Kintoki iftiraya uğramış, işinden olmuş ve toplum içinde küçük
düşmüş. Bu talihsizlik onu o kadar üzmüş ki zavallı Kintoki üzüntüden hayatını kaybetmiş.
Güzel eşiyse dünyayla yalnız bir başına kalakalmış. Kintoki’nin düşmanlarından korkan
eşi bu talihsiz olaydan hemen sonra Ashigara dağlarına sığınmış. Ve orada ormancılar
dışında hiç kimsenin olmadığını ve böylece güvende olduğunu biliyormuş. O kuş uçmaz
kervan geçmez Ashigara ormanın içinde küçük bir oğlan çocuğu dünyaya getirmiş. Çocuk
o kadar güzel bir bebekmiş ki kadın doğan bebeğine Altın Çocuk anlamına gelen Kintaro
adını vermiş. Annesi Kintaro, büyüdükçe sadece güzel bir bebek doğurmadığını aynı
zamanda özel bir çocuk olduğunu da anlamış. Daha küçücükken çok özel güçlere sahip
bir bebek olduğunu farketmiş. Çünkü Kitaro kendi yaşıtlarından çok daha fazla güçlüymüş
ve büyüdükçe daha da güçleniyormuş. Öyle ki sekiz yaşına geldiğinde tek başına dev gibi
bir ağacı devirebilecek kadar güçlüymüş. Ormancılar bile bazen deviremedikleri ağaçlar
olduğunda Kintaro’dan yardım istiyorlarmış. Annesi ona ormancılara yardım edebilmesi
için kocaman bir balta almış. Ormancılar ona çoktan bir takma ad bile vermişler. Ona
Harika Çocuk! Annesine de Dağların Hemşiresi diyorlarmış. Çünkü ormancılar bu güzeller
güzeli hanımın ne işle uğraştığını bilmiyorlarmış. Kintaro’nun ağaç kesmek dışında başka
bir hobisi daha varmış. Kucaklayabilidiği koca koca kayaları bir kucaklayışta
parçalayabiliyor, taşları un ufak edebiliyormuş. Hatta o kadar güçlüydü ki bir eliyle ağacı,
diğer eliyle de koca kayayı tutup ikisini birlikte parçalayabildiğini bile duymuştum.
Diğer çocuklara hiç benzemeyen Kintaro, vahşi ormanın içinde büyümüştü. O ormanda
hayvanlarla arkadaş olmuş daha da ilginci Kintaro yıllar içinde bu dostlarının yani
hayvanların dilini de öğrenmişti. Onların ne dediklerini anlayabiliyor ve hayvanlarla
konuşabiliyordu. Kintaro’ya ormandaki dostları haberler taşıyor ve birlikte oyunlar oynayıp
güzel zamanlar geçiyorlarmış.
Özellikle lakabı İri Kıyım olan boz ayı, Uzun Boynuz geyik Tüylü maymun ve Uzun Kulak
tavşan en yakın dostlarıymış. İri Kıyım (Ayı) bazen oyunlara küçük kardeşleri olan Şanslı
ve Huysuz’u da getiriyormuş. Kintaro arkadaşlarını hiç birbirinden ayırt etmez hepsiyle
çok iyi anlaşırmış. Kintaro, tıpkı babası gibi çok cesur bir çocukmuş. Bazen Uzun
Boynuz’un (Geyik) boynuna öyle bir sarılıvermiş ki onun kocaman boynuzları Kintaro’yu
hiçte korkutmazmış.
Günlerden bir gün Kintaro uyanmış, annesinin hazırladığı nefis kahvaltıyı yapmış, sütünü
de içip annesinin tembihlediği gibi dişlerini de fırçalamış. Derken efendime söyleyeyim İri
Kıyım, Uzun Boynuz, Tüylü Maymun ve Uzun Kulak kapıda bitmesin mi. Hepsi birlikte
dağlarda oyun oynamak için Kintaro’nun annesinden izin istemişler. Annesi, “tamam ama
güneş batmadan herkes evinde olacak demiş.” ve sabah kahvaltı için hazırladığı
pişilerden birazcık Kintaro‘nun sırt çantasına koymuş. Hep birlikte ormana doğru yol
almışlar. Az gitmişler uz gitmişler dere tepe düz gitmişler. Aman efendim of deyim tırman
tırman bitmez bir dağı geçip gitmişler. Zorlu patikalardan geçmişler.
Ve birden karşılarına güzel mi güzel vahşi çeklerle dolu cennet gibi bir vadi çıkmış. Burası
onların hep birlikte rahatça eğlenebilecekleri bir yermiş. Hepsi yolculuktan yorgun
düşmüşler azıcık dinlenmişler. Uzun Boynuz (Geyik) boynuzlarını ağaca sürterek kaşımış,
Tüylü Maymun sırtını sıvazlamış, Uzun Kulak (Tavşan) pırıl pırıl tüyleri olan yumuşacık
kulaklarını düzletmiş. İri Kıyımda (Ayı) da bu yolculuktan dolayı epey bi acıkmış, gurr
gurrrrrr diye guruldayan karnını sıvazlıyormuş.
Kintaro dinlendikten sonra “Burası iyi bir oyun yeri, bence burada eğlenebiliriz.” demiş ve
arkadaşlarına bakmış. Onlara doğru gülerek “Kim benimle güreşmek ister, hadi
güreşelim...” demiş.
İri Kıyım (Ayı) “Evet, evet bu çok güzel bir oyun... Hadi güreşelim. Bakalım kim daha
güçlü.” demiş ve bir iki saniye düşündükten sonra güreşmenin zahmetli yorucu bir oyun
olduğu aklına gelmiş. Tembel İri Kıyım Kintaro’ya dönerek “İyi ama ben çok iriyim, sen de
çok güçlüsün. Bu adil değil. Önce Uzun Boynuz, Tüylü Maymun ve Uzun Kulak güreşsin.
Kim kazanırsa onla biz güreşelim.” demiş. Diğer hayvanlar da bu teklifi kabul edince İri
Kıyım koca bedeniyle yere yatmış ve aynı bir top gibi yerde yuvarlanmaya başlamış.
Toprağı düzleştirmiş ve güreşebilinecek hale getirmiş. Sonra da bir güzel köşeye geçip
miskin miskin yayılmış.
Kintaro heyecanlı bir şekilde “Arkadaşlar önce siz güreşin kazanana da ödül olarak
annemin yanıma koyduğu pişiden verelim.” demiş.
İri Kıyım, yattığı yerden, acıkan karnını sıvazlayıp bir güzel dili ile iştahı iştahlı dudağını
yalayarak “Aaa yaşasın yemek... Hepimiz ödülü isteriz.” demiş.
Uzun Boynuz (Geyik) Tüylü Maymun ve Uzun Kulak (Tavşan) hep birlikte güreşecekleri
alanı derleyip güreşe uygun hale getirmişler. İşleri bitince Kintaro oyunun kurallarını
söyleyip haydi başlayın diye haykırmış.
Hayvanlar güreşmek için tekerleme söylemişler ve Uzun Boynuz saymaya balamış.
Tekerleme bittiğinde Uzun Boynuzun parmağı Uzun Kulağı gösteriyormuş. Daha sonra
rakibi belirlemek için yeniden tekerlenme söylenmiş. Bu sefer ise seçilen Tüylü Maymun
olmuş. Uzun Boynuz da müsabakayı başlatacak ve hakem olacakmış.
Uzun Boynuz, Uzun Kulak, Uzun Kulak hazır mısın? diye tavşana seslenmiş. Hemde
nasıl hemde nasıl diyerek yerinde iki defa zıplamış tavşan. Ee tavşan bu elbet zıplayacak!
Uzun Kulakla, Tüylü Maymun güreşirken bilin bakalım kim kazandı? Tavşan kazandı... Ve
zavallı maymun acı içinde sırtını ovalamaya başladı.
Tüylü Maymun yerden kalkarken yaşlı teyzeler gibi söyleniyormuş “Ayy ayy ohhh vayyy
vah sırtım çok fena oldu... acıyor.” İlk raunt bitmişti. Tavşan maçı almıştı. Kintaro sırt
çantasından çıkardığı beslenme çantasını açtı ve annesinin hazırladığı nefis pişiyi ödül
olarak Uzun Kulağa verdi.
Tüylü Maymun küstü... Hem dayak yedi, hem de ödülü alamadı. Üstüne üstlük karnı da
açlıktan gurulduyordu. Böylece Kintaro’ya ve diğer arkadaşlarına dönerek “Ama bu
haksızlık. Bu oyun hiç adil değildi. Ben adil bir biçimde dövülmedim. Ayağım kaydı ve ben
de yenildim. Düşmeseydim ödülü ben alabilirdim. Bir rövanş istiyorum.” demiş.
Kintaro bu mızmızlanmaya çözüm yolu buldu “Mızmızlanma be Tüylü, tamam bak,
öyleyse yeniden güreşirsiniz.” dedi. Böylece tavşanla maymun yenden güreştiler. Fakat
bu sefer Tüylü Maymun hile yaptı. Bilindiği üzere maymunlar zeki varlıklarmış. Fiziki
olarak yenemediği Uzun Kulağı aklını kullanarak yenmişti. Biz duyduk ki Tüylü maymun
Pişiyi de bir güzel afiyetle yemiş. O kadar lezzetliymiş ki yediği pişi tüm ağrıları birden
geçivermiş, sevinçten şebek olmuş, daldan dala atlar olmuş.
İkinci güreşte bu sefer Uzun Boynuz ile Uzun Kulak karşılaşmış. Bu seferde hakem İri
Kıyım olmuş. Güreşte çok iyi olan Uzun Kulak, Uzun Boynuzu’da alt etmiş.
Kintaro havaya bakmış. Güneş neredeyse batmak üzereymiş. Annesinin tembihi aklına
gelmiş. Güreş o kadar eğlenceliymiş ki zaman çabucak geçivermiş. Kintaro oturduğu
yerden ayağa kalkıp, “Arkadaşlar artık bu gün için bu kadarı yeter yarın yine geliriz. Artık
eve gidelim yoksa annem endişelenir, kızar, bide ceza verirse eyvahhh yanarız.” demiş.
Hepsi uzun süre koşma yarışı yapmışlar. Aşağıya vadiye ilk ulaşan Uzun Boynuz olmuş.
En son ise “Öldüm, bittim... yavaş ayol, amanın... ohhhh!” diye sızlanan İri Kıyım olmuş.
İri kıyım o kadar şişmanmış ki bir ara koşarken düşüp yuvarlanmış. Yuvarlanmak ne
kelime ohooooo turşu kavanozu gibi duramamış da. Hatta bir ara hızını alamayıp en
öndeki Uzun Boynuzu bile geçmiş ama bir ağaca çarpıp durunca Uzun Boynuz yeniden
birinciliği elde etmiş. Vadiye ulaştıklarında bu yarışa son vermişler. Azcık su içip vadi
boyunca yürümüşler. Eve ulaşabilmek için kocaman bir çay’ın karşısına geçmeleri
gerekiyormuş. Uzun Boynuz, Tüylü Maymun ve Uzun Kulak’ta şimdi ne yapacağız diye
birbirlerine bakmaya başlamışlar. Etrafta ne köprü varmış ne başka bir şey. İri Kıyım
sudan çok korkuyormuş. Avuçlarını iki yanağına dayayarak “Abaleyy amanın ben bu suyu
nasıl geçeceğim yahu! Bu su beni alır götürür.” demiş. Uzun Kulak “Yahu İri Kıyım henüz
seni alıp götürecek su hiç kaynağından doğmadı ki. Baksana hepsi birden hızlı hızlı
geçiyor ki Allah korusun sen karşıya geçerken sana çarpar da ne olduklarını şaşırırlar
diye biran önce tüm su dalgaları sırasını savıyor.” demiş. Hep birlikte tüm arkadaşlar
gülmeye başlamışlar. İri Kıyım ise garibim Uzun Kulağın ne dediğini anlamamış şaşkın
şakın bakarak “Kaynak, doğmak, çarpmak...” diye parmaklarını sayıp duruyormuş.
Kintaro kahkahalarla gülerken eski kurumuş bir ağaç görmüş. Her zaman olduğu gibi
eliyle bu kuru ağacı tutmuş ve onu şöyle eliyle çabucacık parçalayıp bi güzel köprüyü
oluşturmuş. Hayvanlar onun bu gücünü hayranlıkla izliyorlarmış. Hep bir ağızdan “Abooo
bu ne kadar güçlü bir çocuk.” demişler.
Uzakta bu ormanın yabancısı olan bir ormancı varmış. Tesadüfen bu ormancı Kintaro’yu
ve arkadaşlarını görmüş. Görmüş görmüş amma gördükleri karşısında hayretler içinde
kala kalmış. Ağzı bi karış açık “Bu çocuk hiçte normal değil. Acaba bu güçlü yiğit kimin
oğlu ol ki? Dur şunu kaybetmeyeyim takip edeyim.” demiş.
Kintaro ve arkadaşları ise güle oynaya kendilerini izleyenin olduğundan habersiz her
zaman olduğu gibi nehrin kenarından karşıya geçip birbirleriyle vedalaşmışlar. Evli evine
köylü köyüne dönerken Kintaro da nihayet kendisini pencerede bekleyen annesiyle
karşılaşmış. Zavallı kadın meraktan oğlunun yolunu pencerede gözler olmuş. Annesini
görünce Kintaro heyecanlanmış,
“Anne (Okkasan) buradayım” demiş.
TUĞÇE HASEKEN
Oğlunun sağ salim eve geldiğini görünce derin bir gülümsemeyle: "Ah Kimbo, bugün ne
kadar geç kaldın sana birşey oldu diye ödüm koptu bunca zamandır neredeydin" Sonra
Kintaro cevapladı: "Arkadaşlarım Uzun Kulak, İri Kıyım, Tüylü Maymun, Uzun Boynuzla
dağlara çıktık ve onları kimin en güçlü olduğunu anlamak için güreşe davet ettim, hepimiz
çok eğlendik yarın aynı yerde tekrar güreşeceğiz." Annesi bilmiyormuş gibi davranarak
"Peki en güçlü kimmiş?" diye sordu. "Aman anne, kimin en güçlü olduğunu sanki
bilmiyorsun" dedi Kintaro. " Evet ama senden sonra en güçlü kim?" diye sordu annesi.
Kintaro "İri Kıyım benden sonra gelir" dedi. Bu defa annesi " Peki ya İri Kıyımdan sonra?"
dedi. Kintaro: "İri Kıyım'dan sonra hangisinin güçlü olduğunu kestirmek zor üçü de eşit
sayılır" diye cevapladı.
Dışarıdan gelen bir gürültüyle Kintaro ve annesi aniden sarsıldı. "Beni dinle küçük adam!
Bir daha güreşmeye gittiğinde bu yaşlı adamda seninle gelecek" Bu Kintaro'yu nehirden
beri izleyen eski oduncuydu. Ayaklarındakileri çıkardı ve kulübeye girdi. Yamauba ve
oğlu resmen şok olmuştu. Bu davetsiz misafiri meraklı gözlerle süzdüler. Ve gördüler ki
bu adam daha önce hiç görmedikleri biriydi. İkisi birden "Sen kimsin!" diye bağırdılar.
Sonra oduncu güldü ve dedi ki, "Benim kim olduğumun pek de bir önemli değil ama kimin
daha güçlü kolları var görelim, bu çocuğun mu yoksa benim mi?" Bütün hayatını ormanda
geçiren Kintaro adamın sorusunu alaycı bir şekilde cevapladı "Bu kadar ısrar ediyorsan
kimin güçlü olduğunu anlayabiliriz ama kim yenilirse yenilsin sinirlenmek yok" Sonra
Kintaro ve oduncu sağ kollarını uzatıp bilek güreşine başladılar. Çok uzun bir süre ikiside
bu şekilde güreşmeye devam etti sürekli birbirlerinin bileğini bükmeye çalıştılar ama yaşlı
adam çok güçlüydü ve bu garip çift kıran kırana yarışıyordu. Nihayet yaşlı adam pes etti,
ve şöyle dedi: "Aslında çok güçlü bir çocuksun beni sağ kolumla haklayabilen çok az
adam var, seni birkaç saat önce gölün oralarda bir ağacı söküp köprü yapmaya çalışırken
gördüm. Gördüklerime inanamadım. Bu güreşte kolunun gücü öğlen gördüklerimin kanıtı
oldu. Tamamen büyüdüğünde kesinlikle Japonya'daki en güçlü adam olacaksın ama ne
yazıkki bu dağlarda saplanıp kalmışsın, dedi yaşlı adam ve Kintaro'nun annesine döndü:
"Ve sen Hanım, hiç çocuğunu başkente götürmeyi ve ona bir samuray olarak kılıç tutmayı
öğrettirmedin mi?" Annesi: " Oğlumla bu kadar ilgilenmeniz çok hoş bir davranış ama
gördüğünüz gibi o vahşi ve eğitimsiz ayrıca malesef bunlar sizin söylediğiniz kadar kolay
değil. Oğlum reşit değilken bu kadar güçlü olması yüzünden onu Japonya'nın bu
bilinmeyen bölgelerinde saklıyorum çünkü yanına yaklaşan herhangi birinin canını
yakabilir. Ama hep oğlumu iki kılıç kuşanmış bir savaşçı olarak hayal ettim malesef bizi
başkente götürebilecek eşimiz dostumuz yoktu bu yüzden hayallerimin gerçek
olamayacağından endişelendim."
Size gerçeği söylemenin zamanı geldi: "Ben bir oduncu değilim ben bir komutanım ve
adım Sadamitsu. Güçlü Prens MinamotonoRaiko' ya itaat ediyorum. Prens bana ülkede
her yerde dolaşıp ona önemli güçleri için itaat edebilecek gençler bulmamı emretti.
Böylece bu gençleri ordusuna asker olarak yetiştirebilecek. Bunu en iyi oduncu kılığına
girerek yapabileceğimi düşündüm şans eseri bu senin oğlunu buldu. Şimdi eğer
gerçekten onun bir samuray olmasını istiyorsan onu alıp Prens Raiko'ya götüreceğim, ne
dersin?
Komutan planını yavaş yavaş açıkladıkça annesinin yüreğini büyük bir sevinç kaplamıştı.
Hayatı boyunca dilediklerinden birinin gerçekleşmesi için önlerinde harika bir fırsat
duruyordu. Dileği ölmeden önce Kintaro'yu samuray olarak görmekti. Başını yere eğerek
cevapladı: "Eğer gerçekten söylediklerinin arkasındaysan oğlumu sana emanet ediyorum"
Onlar konuşurken Kintaro annesinin arkasında öylece oturup konuşulanları dinliyordu,
annesinin son sözünü duyduğunda birden bağırmaya başladı: "İnanamıyorum çok
mutluyum. Komutanla gidersem bir gün bende samuray olabileceğim."
Böylelikle Kintaro'nun kaderi belirlendi. Komutan Kintaro'yla birlikte başkente gidiyordu.
Ama Yamauba için can parçasından ayrılmak hiç de kolay değildi ama güçlü durarak
bütün kederini gizlemişti. Biliyorduki herşey oğlunun iyiliği içindi. Bu yüzden şimdi ondan
ayrılmalı ve onun cesaretini kırmamalıydı. Kintora annesine onu asla unutmayacağına
dair söz verdi. Ve iki kılıç kuşanan bir savaşçı olduğunda onun için bir ev yapıp çok
yaşlandığında bile ona bakacağına söz verdi.
Kintaro'nun uzaklara gittiğini duyan Uzun Kulak, Tüylü Maymun, İri Kıyım, Uzun Boynuz
onunla gelip gelemeyeceklerini sordular. Ama onun tek başına iyiliği için gittiğini
öğrendiklerinde gidişini görmek için dağın eteklerine kadar onu takip ettiler. "Kimbo" diye
seslendi annesi: " Dikkatli ol ve uslu dur." Vefalı arkadaşları da Kintaro'ya iyi yolculuklar
diledi. Komutan Sadamitsu bu beklenmedik olağanüstü çocuğu yanına almış olmanın
verdiği neşeyle yoluna devam etti.
Başkente geldiklerinde komutan Prense Kintaro hakkındaki herşeyi anlattı. Onu nasıl
bulduğunu anlatırken Prens adeta keyif alıyordu ve hemen Kintaro'yu getirmelerini
emretti. Ve Kintaro'yu görür görmezde onu emrine aldı. Prensin ordusu 4 Yiğit isimli bir
grupla ünlüydü bu savaşçılar Prens tarafından en güçlüler ve en cesurlar arasından
seçiliyordu. Bu küçük ve iyi seçilmiş grup Japonya'nın tamamında onların gözü pek
halleriyle biliniyordu.
Kintaro büyüdüğünde 4 Yiğit'in lideri ona en önemli eğitimini veriyordu ama Kintaro
hepsinden kat kat daha güçlüydü.
Bütün bunlardan sonra Başket'te bir haber yayılmaya başladı. İnsan eti yiyen bir canavar
tutulduğu yerden kaçmıştı ve insanlardan çok da uzak sayılmazdı. Bütün insanlar felakete
uğramıştı. Prens Kintaro'yu görevlendirdi. Sonra Kintaro hemen yola koyuldu kılıcını
kuşanmak onu çok heycanlandırmıştı. İlginç bir şekilde Yaratık kendi yuvasındaydı,
Kintaro onun devasa başını keserek liderine büyük bir zaferle geri döndü.
Kintaro şimdi ülkesinin en büyük kahramanıydı. Böylelikle güç,şeref,zenginlik ayağına
kadar gelmişti. Söz verdiği gibi annesine rahat bir ev yaptı ve ömrünün son günlerine
kadar yaşlı annesiyle birlikte mutlu yaşadılar..
Bu gerçek bir kahramanın hikayesi değil mi?
KAYNAKÇA
KAVRUK, Hasan; YARDIMCI, Mehmet(2012); Anadolu Masalları Gerçekleşen Rüya, Malatya:
İnönü Üniversitesi Yayınları.
Yorumlar
Yorum Gönder