Hayal ve Hakikat Ekseninde Fantastik Edebiyat


Fantastik romanlar dünya edebiyatıyla paralel son zamanlarda ülkemizde de çokça ilgi gören ve okuyucu kitlesi bir hayli artan bir tür haline geldi. Yerli olanı gözden kaçırmak ve bilinmezliğin getirdiği ötekileştirmeye oranla yabancı yazarlardan yaptığımız bilimkurgu romanlarının çevirileri oldukça fazla satmakta. Bunun sebebini düşünüldüğünde Türk edebiyatında kurgudışı dediğimiz olay örgüsü dışında bilimsel çalışmalar kitap olarak oldukça az basılmakta olduğu ortaya çıkmakta. Hal böyle olunca bu eksikliği gidermek ve farkındalığı arttırmak adına doktora tezlerinden yola çıkarak “Osmanlı Bilim Kurgusu: Fenni Edebiyat” adlı çalışmasıyla Seda Uyanık ve hemen ardından “Fantastik Roman: Türkçe Edebiyatta Varla Yok Arası Bir Tür” adlı çalışmasıyla Pelin Aslan Ayar rafları doldurmuş bulunmakta. Bu bağlamda bu röportajımızda Sayın (Yrd. Doç. Dr.) Pelin Aslan Ayar ile keyifli bir sohbetimiz oldu. 
Kimdir: Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimimi tamamladım. Yüksek lisans tezim Hasan Ali Toptaş romanlarındaki “arayış” izleğini postmodernist bir edebiyatın imkânları bağlamında yorumlamak; doktora tezim ise bu röportajın konusunu teşkil fantastik roman türünün Türkçe edebiyattaki konumu üzerineydi. Tezimin yeniden düzenlemiş ve güncellenmiş hali Nisan 2015’te Fantastik Roman: Türkçe Edebiyatta Varla Yok Arası Bir Tür adıyla İletişim Yayınları’ndan yayınlandı. Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde 2003-2007 yılları arasında araştırma görevlisi, 2007-2012 yılları arasında da Bahçeşehir Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi’nde öğretim görevlisi olarak çalıştım. 2013 yılından beri Kocaeli Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapıyorum.
  1. “Bilim kurgu” ve “fantastik” kavramlarını tanımlayacak olsak bize bu kavramları nasıl anlatırdınız?
Bilim kurgu ve fantastik sıklıkla karıştırılan türler, neyse ki son yıllarda bu konulardaki çalışmaların artması artık bu iki türün ikiz kardeş değil de sadece uzaktan akraba olduklarını ortaya koydu. Bilim kurgu dünya dışında bir yaşam biçiminden, başka evrenlerden söz eden, zaman ve uzamla oynayan, onları dönüştüren, olağanüstüyle bilimi birleştiren bir tür, bu anlamda fantastiğe yaklaşsa da ondan ayrılır çünkü fantastik geçmişe dair anlatılar sunar; korku ve merakla birleşen kaygıyı okura verir, imkânsızı temsil etmeye adaydır. Bilim kurgu ise her zaman olmasa da çoğunlukla daha iyi bir yaşam biçimi tasarlayan gelecek anlatısıdır. En temel ayrımın şu olduğunu söyleyebiliriz; bilim kurgu imkânsızı temsil etmez; içeriği bize her ne kadar yaşamda uygulanmaz görünse de bu şu an için böyledir ama geleceği kimse bilemez. Belki de bize imkânsız görünen icatlar, yaşam biçimi vs. gün gelecek gerçekleşecektir.

  1. Sizi, fantastik edebiyat üzerine akademik bir çalışmaya yönlendiren şey nedir? Neden bu alanı seçtiniz? 
Akademik hayatın en zorlu ve uzun süren yolculuklarından biri doktora. Bu uzun yolculuğu mümkün olduğu kadar keyifli hale getirmek gerekiyor, çünkü doktora tezi kişinin bir anda tüm hayatı oluyor bu süreçte. Ben de zevkle çalışabileceğim bir konu arayışına girdim. Tabii, süreci kendi açımdan daha katlanılabilir kılmamın yanı sıra, yapacağım çalışmanın alana da katkı sağlaması gerekiyordu. Bu da üzerinde kapsamlı bir çalışma olmayan, yerleşik algıları yeniden düşünmeye sevk edecek bir konuya odaklanmakla gerçekleştirilebilir. Fantastik tüm bu açılardan bana cazip ve bakir bir alan olarak göründü.

  1. Günümüz edebiyatını, modern edebiyat olarak değerlendirdiğimizde fantastik edebiyatımızla ilgili pek az makale ve tez çalışması bulunmakta. Entektüel çevrelerce ele alınmaktan ve incelenmekten kaçınılan bir tür olması ve eleştirmenlerin de bu türe yönelmekten kaçınmalarının sebepleri sizce ne olabilir?
Evet gerçekten de fantastik tür,  üzerine çalışan pek çok araştırmacının da belirttiği gibi edebiyat eleştirisi içinde kendine uzun bir süre yer bulamamış. İnsan sınırlarını aşan ve gözlemlenebilen gerçeğin ötesine geçmeyi amaçlayan bir edebiyat anlayışı hemen hemen hiçbir coğrafyada hoş karşılanmamış. Özellikle Türkiye’de çok uzun yıllar eleştirinin önemsediği edebiyat gerçekçi edebiyat oldu çünkü bizim ülkemizde edebiyat hep toplumsal sorunların tartışıldığı, çözümler üretildiği misyonlu bir uğraş olarak algılandı ve misyonun nasıl anlatılacağına dair cevaplar netti; temsilin de gerçekçi olması gerekiyordu. Şunu söylemek isterim ki fantastik toplumsal sorunlarla uğraşmayan bir tür değildir ancak temsil ve kurgusu gerçekçi edebiyatınkinden tamamen farklıdır ve bu farklılık  “yüksek”, “gerçek”, “hakiki” edebiyat olarak kabul edilen gerçekçi edebiyat karşısında mantıksızlıkla, çocuklukla, sapkınlıkla itham edilmiştir.  Ancak özellikle son yıllarda türe karşı duyulan ilginin artmasıyla fantastiğin, edebiyat eleştirisinde bir yer edinmeye başladığını söyleyebiliriz. 

  1. Türk Edebiyatı sözlü gelenekte destanları, masalları, mitolojiyi, dini dönemde Dede Korkut hikâyelerini, menkıbeleri vs. fantastik edebiyatın başlangıcı sayarsak, temelde fantastik kurguyla başlayan edebiyatımızın zaman içindeki seyrinde neden önemini yitirmiştir? Neden Batı’dan aldığımız bir tür muamelesi görmüştür?
Bunun nedenlerini Türkçe edebiyatta romanın bir edebi tür olarak belirdiği 19. yüzyıl sonunda aramak gerekiyor. Edebiyat tarihlerinde “Tanzimat” dönemi olarak adlandırılan bu dönem, Osmanlı’nın Batılılaşma serüveninin çok daha görünür olduğu bir dönemdir ve bu dönemde yenileşen/Batılılaşan sadece Osmanlı kurumları, kamusu ve insanların yaşam tarzı değil, edebiyattır da. Yeni edebiyatın kurucularından kabul edilen Namık Kemal ve onun gibi düşünen çağdaşları için saydığınız anlatılardan oluşan gelenek, “eksik” ve “kusurlu” olarak değerlendirilir, sürekli Batı’yla kıyaslanır, kıyaslamadan hep mağlup çıkar, sürekli küçümsenir. Edebiyatta akılcı olmanın hedeflendiği böyle bir dönemde geleneksel olan; akıl dışı, aklın sınırlarını zorlayan, boş ve imkânsız hayal dünyasından ibaret, insana hiçbir olumlu değer katmayan olarak değerlendirilir. Bu tarz geleneksel hikâyeler,  dönemin modern edebiyatçılarına göre “edebiyemizin en nâkıs ciheti”  dir. Edebi açıdan değersiz, sadece hoşça vakit geçirmek için kaleme alınmış bu hikâyeleri ıslaha bile gerek yoktur; yeni türün doğumu için onların ölümü şarttır. Namık Kemal ve onunla benzer görüşleri paylaştığı çağdaşlarına göre yeni tür roman için gözlemlenebilen dış dünya gerekli malzemeyi sunar. Romancı da bu malzemeyi hakikate ve tabiata sadık kalarak yansıtmalıdır. Romanda anlatılan olaylar imkân dâhilinde olmalı; yazarlar, yaşanmış ya da yaşanması mümkün olan olayları anlatarak ahlakı geliştirmelidir. Mümkün olmayanı anlatmak, insan aklının sınırlarını aşmak, bilinen gerçekliğin ötesinde bir şeyler betimlemek yani bugünün kavramsallaştırmasıyla söylersek fantastiğe eğilimli olmak, roman türüne asla yakışmayacak ancak eski edebiyatın “kocakarı masalları” na benzeyen hikâyelerine özgüdür. Bu yaklaşım da gerçekçi edebiyatın merkeze alınmasının yolunu açar ve geçmişin fantastiğe kaynaklık eden anlatılarının çok uzun yıllar görmezden gelinmesine neden olur.
  1. Her yapıtın yazarın hayal gücünün bir ürünü olarak düşündüğümüzde, fantastik edebiyatı bu yaratmalardan nasıl ayırt edebiliriz?
Fantastik türe dâhil edilen metinler okurlarına “gerçek” diye bildiğimiz, kabul ettiğimiz, varsaydığımız her şeyin değişebilir olduğunu gösterir, bu bağlamda fantastiğin bütün edebi türlerden daha “tekinsiz” olduğu söylenebilir. Evet, her kurmacanın işi hayali olanı organize etmektir. Görülen, bilinen, algılanan herhangi bir şeyin birebir yansıtılması zaten mümkün değildir. Aracısız gerçeklik yoktur. Her şey “aktarılır”, aktaranın yorumu, kurgusu, hayal gücü mutlaka aktarılana sızar. Gerçeği gözlemleyip yansıtmak yerine gerçeğin ötesini, yansıtılamayanı yansıtma isteğinin belirginleştiği fantastik edebiyat, en başta içeriğiyle diğer anlatılardan ayrılır. İçerik denince akla sadece hayali, var olmayan gelmemelidir ki zaten her hayali olan mutlaka hayali olmayan, “gerçek” olandan kaynaklanmış, onun dönüşmüş, başkalaşmış halidir; yoktan, bağımsız oluşturulmuş bir hayal mümkün değildir, en azından onu anlatmak için yine var olana gönderme yapmak kaçınılmazdır. Tabii ki bir fantastik edebiyat doğaüstü olaylar, varlıklar ve durumlar içerebilir. Bu bağlamda sadece kelimeleri tanıdık bambaşka dünyalar kurgulayabilir. Büyü, sihir, tılsım ve doğaüstü tüm görkemiyle içeriğin ayrılmaz bir parçası olabilir. Ancak fantastik edebiyatı farklı kılan, doğaüstünü kullanması değil sorgulatmasıdır. Fantastik bir anlatıda olağanüstü/doğaüstü en baştan kabullenilmiş ya da tek başına sorunsuzca orada hazır bekleyen değildir. Aksine olağanüstü/doğaüstü, fantastik edebiyat okur ve anlatı karakterlerini şüphe içinde bırakan, gizem duygusunu yoğun biçimde hissettiren, kaygı, korku, şaşırma gibi tepkiler uyandıran “tuhaf” olay ve durumlarla sarsıcı bir içerik içinde kullanılır. Ya da fantastik bir metnin içeriği tamamen sıradan bir malzemeyle dolu olabilir; böylece anlatı aslında en sıradanın ne kadar fantastik olduğunu gösterebilir. Sıradanı öyle bir sunar ki alışkanlığı kırarak, kanıksanmışı ihlal ederek okuru yine mutlaka bir biçimde sarsar veya bu sarsmayı, fantastik olanı en sıradan biçimde vererek gerçekleştirir. Bunun yanı sıra, fantastik anlatılar sıradan malzemeyle sıra dışı malzeme bir arada kullanılabilir. Varlığından emin olduğunu düşündüğümüz bizim dünyamıza, varlığından emin olmadığımız öte/başka dünya karışır ya da tersi gerçekleşir; öte/başka dünyaya bu dünyadan bir müdahale olabilir. Gündelik yaşamın içine bilinmezlik, gizem giriverir; her şey alt üst olur. Yani diyebiliriz ki sıradanı, tamamen farklı olanı ya da ikisini bir arada kullanan fantastik edebiyat için malzemenin niteliğinden çok yaratılan atmosfer önemlidir. 

  1. “Türkçe Edebiyatta Varla Yok Arası Bir Tür Fantastik Roman 1876 – 1960” isimli İletişim yayınlarından çıkan eserinizde, öncelikle Ahmet Mithat, Hüseyin Rahmi, Peyami Safa eserleri üzerinde durmanız ve modernleşme sürecinde fantastik edebiyatın gelişimini incelemenizin sebeplerini bizim için açıklayabilir misiniz?
Yukarıda fantastiğe kaynaklık edebilecek geleneksel anlatılarımız olmasına rağmen neden bu anlatıların yok sayılıp fantastiğin Batılı bir tür olarak algılandığını sormuştunuz. Gerçekçi/akılcı, toplumun modernleşmesine katkı sağlayacak bir edebiyatın 19. yüzyıl sonu inşası romanın nasıl ve ne hakkında yazılması gerektiğine dair yoğun teorik tartışmaları da beraberinde getirir. Modern edebiyatçılar tarafından “gözlemlenebilir” gerçeğe yaslanmanın romanda temel ilke olarak benimsetilmeye çalışıldığı bu yüzyılda Ahmet Mithat’ın çalışmama konu olan, hayalle daha sınırsız bir ilişki kuran romanları teoriden pratiğe, gelenekten moderne geçişin o kadar da kolay olamadığını, olağanüstüden beslenen bir hikâyeciliğin gerçekçi romana bir anda evrilemeyeceğini göstermesi bakımından önemli. Hem geniş bir okur kitlesine seslenmek hem de bu kitleyi modernleştirmek, eğitmek isteyen Ahmet Mithat’ın anlatıları okurların ilgisini daha çok çekebilmek için onlara alıştıkları tarzdaki hikâyelerin dünyasını modern bir biçimde sunar. Yeni türün barındırmaması gereken olağanüstüne geniş yer veren, zaman zaman da fantastiğe yaklaşan romanlarıyla Ahmet Mithat, fantastik türde bir roman yazmaz ama olağanüstü ile gerçekçi romanın tuhaf melezleşmesini örnekler. Onun romanlarında olağanüstü unsurlar kimi zaman aşk, entrika, komedi ve maceranın yanında okunabilirliği artıran, okuru daha çok cezp etmeye yarayan satış kaygılı bir tercih sebebi olurken kimi zaman da akıl dışı, mantık karşıtı ve algılanamayan bir gerçekliğin imkânsızlığını kanıtlamak, gerçeğin gerçekliğini daha fazla vurgulamak için kullanılır. Bu tutum da bugünden bakıldığında, kendi başına bir fantastik tür olarak kabul edilmesi uzun yıllar alacak fantastiğin, gerçekçi olduğunu iddia eden Türkçe roman içine yerleştirildiği uzun sürecin ilk durağına işaret eder.
Hayal-hakikat eksenli 19. yüzyıl tartışmaları toplumsal gelişmelerle paralel olarak 20. yüzyıl başında madde-mana/pozitivizm-mistisizm tartışmalarına evrilir. Osmanlı/Türkiye modernleşmesinde 1950’lere kadar yazarların devlet eliyle gerçekleştirilen modernleşme hareketinde aktif roller aldıklarını biliyoruz; yazarların modernleşmeye dair taraf ya da karşı taraf olarak dile getirmek istedikleri fikirleri vardır ve bunun için edebiyatı kendilerine araç kılarlar. İşte hem Hüseyin Rahmi hem de Peyami Safa bu bağlamda önem kazanır.  
Modernleşmede pozitivist kanadın en önemli temsilcilerinden biridir Hüseyin Rahmi ve çoğu romanı fantastik unsurların bolluğuyla dikkat çeker ancak belirtmek gerekir ki çoğu zaman fantastik bir atmosfer yaratan ama neredeyse her zaman fantastiği mantıklı ve akılcı bir açıklamayla ortadan kaldıran romanlardır onunkiler. Geleneksel bir yaşam ve düşünce biçimi olan halkı eğitmek, onlara pozitivist, akılcı bir dünya görüşünü benimsetmek için yazdığı romanlarında Hüseyin Rahmi, fantastiği pozitivizm, materyalizm, ruhçuluk gibi ciddi ve felsefi konuları popülerize etmek için kullanır. Ama asıl vurgulanması gereken çok önemli bir nokta var ki yazarın Ölüler Yaşıyor mu? Adlı romanı fantastik türün Türkçe edebiyattaki tarihinde önemli bir dönemece işaret eder. Hüseyin Rahmi bu romanın türünü fantastik roman olarak ilan ederek fantastiğin masaldan farklı bir roman türü olarak Türkçe edebiyatta yer almasını sağlamıştır. Bunun için fantastik edebiyatımızda önemli bir yere sahip. 
Pozitivizm-mistisizm tartışmaları Cumhuriyet’in ilanıyla bir kez daha ve çok yoğun bir şekilde gündemi işgal eder. Geleneğin reddi ve geçmişten radikal bir kopuşla yola çıkan Cumhuriyet’in daha kararlı ve dayatmacı olan modernleşme söylemi pozitivizmi referans alarak yaşamı düzenlemeyi kendine şiar edinmiştir. Bu bağlamda Peyami Safa, pozitivist söyleme alternatif üreten bir yazar olarak belirir. Onun ürettiği bu alternatif yol kendini en çok yazarın fantastik romanlarında gösterir. Peyami Safa, fantastik türü yine işlevselliği açısından kullanmış, bilimselliğin yanı sıra ruhçu bir dünya görüşünü de içine alan -hatta bu anlamda neticede en az karşıtı kadar dayatmacı görünen- bir modernleşme projesini anlatmak ve onaylatmak için tercih etmiştir. Ancak onun elinde tür, amaçlanan her ne olursa olsun, yarattığı alternatif gerçekliği, kaynağını mistisizmden alan metafiziksel boyutu ikna edici bir kurguyla sunan fantastik romanları bünyesine katmıştır.

  1. Giriş bölümünüzde  “Neden Fantastik Roman Okuruz?” sorusunu soruyorsunuz, şahsen ben bu bölümü okurken altını çizdiğim pek çok kısım oldu. Çok detaylı ve dolu bir şekilde okuyucuya açıklamalarda bulunmuşsunuz.  Bizim için biraz bu bölümden bahsetmek ister misiniz?
Tabii, aslında bu son derece göreceli bir mevzu; okurun edebiyattan ne beklediği, nasıl bir içerikten, anlatımdan hoşlandığı belirliyor kitap seçimini ama fantastik metinlerin neyi amaçladığını düşünürsek belki bu sorunun olası cevaplarını tahmin edebiliriz. Başarılı fantastik anlatılar hem yazınsal kuralları hem de toplusal normları keyfi bir biçimde, özgürce, herhangi bir açıklama yapmaksızın ihlal eder, gerçek diye kabul edileni bozar, tabuları yıkar. Bu bağlamda kışkırtıcı, sınırları kaldıran ve özgürleştirici işlevlerinin var olduğu düşünülebilir, belki de okurlara bu cazip geliyordur. Ayrıca fantastik metinler psikolojik açıdan okuru rahatlatır ve belki de edebiyatın gerçek amacı olan “haz verme” işlevini hakkıyla yerine getiren metinler olabilirler. Günümüzün katı, tekdüze, hızlı ve modern dünyasından bizi bir süreliğine de olsa uzaklaştırıp daha farklı, daha iyi, daha hakiki ve daha samimi bir dünya götürürler. Kitabımın o bölümünde aslında fantastik romanı neden okuruz, sorusunun cevabının o kadar da basit olmadığını göstermeye çalıştım ama yine de diyebiliriz ki fantastik bir anlatı sayesinde okur bilinçdışıyla karşılaşma, ötekiyle yüzleşme, korkularını görme, toplumsal tabulardan, gündelik hayatın sıradanlığından kurtulma, kuralları, yasakları, kanunları ihlal etmekten kaynaklanan heyecan, -kimi zaman iyimser fantastik romanlar sayesinde- daha güzel, daha masum, daha bütünlüklü, bugün kaybedilen değerlerin henüz kaybolmadığı alternatif bir varlıksal boyutla umutlanma, bulunduğu andan uzaklaşarak geçici bir mutluluk tatma, ölümsüzlüğü, sonsuzluğu hissetme gibi pek çok değişik deneyim yaşar.

  1. Ahmet Mithat’ın “Fenni Bir Roman Yahut Amerika Doktorları” isimli eserinde Osmanlı bilim kurgusundaki Amerika imgesini nasıl değerlendirirsiniz? Bu esere fenni yönüyle bakıldığında ve absürt fantezi – fantastik yönüyle bakıldığında bilim ve fen üst formunda fantastik bir dünya kurması hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? Sizce bu iki bakış açısında ayrılan yönler hakkında neler söylenebilir?  
Ahmet Mithat, Fennî Bir Roman Yahut Amerika Doktorları’nda eğlenceli ve sıra dışı bir macera anlatır. Eserinin önsözünde okurlarına Jules Verne’in romanlarından birinin tercümesini yapmadığını belirtir. O, romanını “tetkikat ve keşfiyât” ile uğraşmayı Amerika’da “cinnet haline getirmiş” olan tıp dünyasına dair Oscar Mişon adlı bir Fransız yazarının “Aşk ve Galvanoplasti” adlı makalesinden esinlenerek kaleme almıştır. Bu makaleyi her okuduğunda “kahkahadan çatlamak derecesine” geldiğini söyler.  Kahkahaya, tuhaflığa, çok eğlenmeye bu denli vurgu yapılması, okurlarda bilimden beslenen, hatta bilim kurguya daha yakın absürt bir fantazi okuyacağı kanısını en baştan uyandırır.  
Dönemin Osmanlısı, bilim dünyasının çok gerisinde kalmıştır. Gerçi bilimin gelişmediği bir yerde bilim adına yapılan çılgınlıkları anlatmak, ütopik bir Osmanlı kurgulamak daha hayalci, daha fantastik olabilirdi ama Ahmet Mithat her şeye rağmen, ne kadar tuhaf bir hikâye anlatmak istese de bir şekilde gerçeğe bağlı kalmaktan yanadır. 
Mekânın Amerika olması gerçeğe daha çok yakınlık sağlar. Amerika, anlatı boyunca Avrupa ile sürekli bir kıyas halinde anlatılır. Avrupa’ya göre Amerika’da her şey çok daha abartılı yapılır ve yaşanır. Amerika, ifrat ve tefrit memleketidir; orta yol yoktur; her şey uç noktalardadır. Büyük bir tımarhaneye benzer Amerika. Uçuk düelloları meşhurdur. Orada erkekler, çirkin kadınları severler; kıskançlık duygusu da bu kıtanın insanlarında yoktur. Şehirler bir vardır, bir yoktur; şehirleri bir anda yıkmak da üç hafta zarfında yenisini inşa etmek de Amerikalıların akıl almaz huyları arasındadır. İnanılmaz ticaret yolları bulmuşlar, Avrupa’ya canlı sığır bile nakledebilmişlerdir. Suni yumurta bile yapan Amerikalılar, ancak masallarda olur denilen şeyleri bile gerçekleştirebilmek için çaba harcamaktan bıkmazlar. 
Mekân örnek alınan Batı/Avrupa değil, Amerika’dır. Yaşam tarzı ve edebiyatıyla model olarak sunulan Avrupa’nın Amerika gibi absürdleştirilmesi zaten Ahmet Mithat’tan beklenemezdi. Ayrıca yeni bir medeniyet olan Amerika için efsaneler uydurulması, fısıltı gazetesinin hızlı çalışması o dönemde Batı dünyasında da görülmekte; Ahmet Mithat’a göre Batı da Amerika’yı “ifrat ve tefrit-perest” bir yer olarak değerlendirmektedir. 
Seda Uyanık Osmanlı Bilim Kurgusu: Fennî Edebiyat adlı çalışmasında Fennî Bir Roman Yahut Amerika Doktorları’nı fen konusuna ağırlık vermesi, makinler, icatlar üzerinde ayrıntılı durması açısından fennî roman çerçevesinde değerlendirir.  Ahmet Mithat da romanını fennî roman olarak sunar ama onun anlatısında dünya dışında bir yaşam biçiminden, başka evrenlerden söz eden, zaman ve uzamla oynayan, onları dönüştüren, olağanüstüyle bilimi birleştiren yani bugün bilim kurguyu tarifleyen özellikler yok. Daha iyi bir yaşam biçimi için yapılan icatlar, gelecek tasarıları da anlatısında yer almaz. Bu bağlamda, elbette ki bir ucuyla fennî roman göz kırparken Fennî Bir Roman Yahut Amerika Doktorları, bir yandan da ciddi bir bilim kurgu romanından uzaklaşan bir yapı sergiliyor. Bu yüzden ben Fennî Bir Roman Yahut Amerika Doktorları’nın bilim adına yapılan çılgınlıkları abartılı karakterler, olay ve durumlarla alaya alan, okurlarını eğlendirmek için yazılmış absürd bir fantazi olduğu kanısındayım. 
  1. Kitabınızda “Abdullah Efendi’nin Rüyaları”nın incelediğiniz tüm eserlerden ayrı bir yeri olduğunu iddia ediyorsunuz, bu iddianızı biraz açar mısınız?
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Abdullah Efendi’nin Rüyaları” adlı hikâyesine kadar fantastik bazı başarılı örneklerine rağmen hep kendinden daha öte bir şeye hizmet etmiş, modernleşme tartışmasında yazarın taraf olduğu görüşü yansıtmasına aracılık eden bir zemin olarak kullanılmıştır.  Oysa modern anlamda bir fantastik romandan beklenen, bireyin iç dünyasını, onun fantastik deneyim sonucunda dönüşümünü derinlikli bir biçimde anlatmasıdır. Böyle bir değerlendirmeyi 1960’lara kadar ilk kez Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Abdullah Efendi’nin Rüyaları” öyküsüyle yapılabiliyoruz. Çünkü Tanpınar, fantastik kurgulu bu hikâyesinde sarsıcı modernleşme deneyimini diğer yazarların aksine çok daha kişisel bir boyuttan işlemiş, ne maddeci ne de ruhçu bir çözüm yolu önermiş, sadece benliğin modern dünya ile kurduğu ilişkinin imkânsız ve sonsuz bir arzunun peşinde tuhaflaşan öyküsünü anlatmıştır. Tanpınar’ın anlatısında cin, peri, geri dönen ruh, mistik güçler gibi diğer dünyadan gerçek dünyaya karışan olağanüstülükler değil gerçek dünyanın, içinde yaşadığımız modern dünyanın psikanalitik bir ihtiyaç neticesinde olağanüstüleştirilemesi vardır.  Bu da “Abdullah Efendi’nin Rüyaları”nı Türkçe edebiyatın ilk modern fantastik anlatısı kılar. Bu bağlamda şunu da eklemeliyim “Abdullah Efendi’nin Rüyaları” kendi eksenini yaratmıştır ama eseri takip eden yıllarda bu eksenin yeni anlatılarla kendini genişlettiği göremeyiz maalesef.

Anahtar Kelimeler: Fantastik Edebiyat, Bilimkurgu, Pozitivizm, Mistisizm, Materyalizm, Ahmet Mithat Efendi, Ahmet Hamdi Tanpınar, Peyami Safa, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Yeni Edebiyat, Seda Uyanık, Türk Edebiyatı Tarihi

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Şinasi'nin "Münacaat" şiirinin beyitleri ve açıklamaları

MÜNACAT ŞİİRİNİN ÇEVİRİSİ

DİRSE HAN OĞLU BOĞAÇ HAN DESTANINDAKİ MOTİFLER