Yaban Kitabının Özeti


YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU










HAZIRLAYAN: EDA BAŞPINAR
FAKÜLTE: FEN- EDEBİYAT FAKÜLTESİ
BÖLÜM: TÜRK DİLİ EDEBİYATI











İLK BASKI
MUALLİM AHMET HALİT KÜTÜPHANESİ 1932
OKUNAN VE ÖZETLENEN KİTAP
İLTETİŞİM YAYIN EVİ
63. BASKI 2011 İSTANBUL







YABAN'I OKUMAK

Romanın kahramanı Ahmet Celal’dir. Kitap bir anı defteri niteliği taşımaktadır. Bu romanda yıllarca yüzüstü bırakılmış olan köylü ile aydın arasındaki uçurum konu olarak alınmıştır. Ahmet Celal Kurtuluş Savaşında, Çanakkale Cephesinde savaşmış ve bir kolunu cephede kaybetmiştir. Buna rağmen hayata küsmemiş, vatanı kurtarmak adına ne olursa olsun herşeyini feda edebileceğini göstermiştir. İstanbul’un isgal edilmesi ile savaş sonrası yapayalnız kalmıştır. Hizmet eri olan Mehmet Ali’nin ısrarı üzerine onun köyüne gitmeye karar vermiştir. İlk defa Türk köylüsüyle karşılaşmıştır; ancak köyde karşılaştığı manzara onu çok şaşırtmıştır. Köyde yoksulluk ve cahillik vardır. Birçok kez köylüye savaşla ilgili gerçekleri anlatmaya çalışır; fakat köylüler ona inanmaz, onu ''yaban'' diye lakaplandırır; çünkü şehirden gelmiş her aydın, köylü için bir ''yaban'' dır. Kurtuluş Savaşı iyiden iyiye alevlenir ve köylüler Ahmet Celal’in anlatmaya çalıştığı gerçekleri yaşamak zorunda kalır. Yunanlılar onların köyünü de basmıştır. Ahmet Celal, bir anlık kargaşadan yararlanıp Emine ile kaçacaktır. Fakat düşman askerleri tarafından yayarlanıp, gün ağrıcaya kadar köy mezarlığında saklanmak zorunda kalacaklardır. Ahmet Celal yazdığı bu defteri Emine'ye bırakıp bilinmeyene doğru yola çıkacaktır.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, bu romanda ana düşünce olarak, aydınlar tarafından senelerce yüzüstü bırakılmış köyü, Anadolu’yu, Anadolu insanının sorgusuz, sualsiz kabul ettiği bütün tabuları göz önüne seriyor. Bu konuda aydınları suçluyor. Yazar, Anadolu insanının feryadını, Türk aydınına duyurmak ve Türk aydınına yurt sorumluluğunu anlatmak istiyor.
Ahmet Celal tek kollu yaşamaya başlarda hiç alışamaz. Köylülerin hiç biri onun kolunun olmadığını farketmez. Fakat Ahmet Celal ister ki farkında olsunlar. Çünkü o, kolunu onlar için feda etmiştir. Sonradan farkedecektir ki köyde onun gibi kusuru olan pek çok kimse olacaktır. Bu yüzden görünüş bakımından diğerlerinden farkı kalmayacaktır.
Ahmet Celal o dönemin piskolojik baskısını da üstünde hissetmektedir. Her gece yatmadan önce kitap okuması, her gün tıraş olması, diş fırçalaması, saçını taraması, iyi bir istanbul ağzına sahip olması ve en önelisi de düşünceleri ile olaylara yaklaşımı köylülerin ona yaban demesine sebep olacaktır. İlk başlarda Mehmet Ali'yi çok kıskanır; çünkü Mehmer Ali dört yıllık bir ayrılıktan sonra köyüne geri dönmüş, sevenlerini görmüş ve annesine kavuşabilmiştir. Ahmet Celal'in ise arkasına bıraktığı kimsesi yoktur. Ne bir yurt, ne bir ana, ne bir sevgili... Bütün kaybettiği şeyleri bu köyde bulmaya çalışacaktır.
Kitapta Ahmet Celal bir aydın konumundadır ve ilk defa Türk köylüsüyle karşılaşmıştır; ancak köyde karşılaştığı manzara onu çok şaşırtmıştır. Öncelikle köyde yoksulluk ve cahillik vardır. Bunların bir sonucu olarak da köylüler, bazı insanların emellerıne alet olmaktadırlar. Herkes Salih Ağa’nin etkisindedir. Onun her dediği kanun gibi algılanmaktadır. Hatta yıllarca emek verdigi hizmet eri Mehmet Ali bile gelişen bazı olaylarda subayı Ahmat Celal’e değil, Salih Ağa’ya inanmıştır.
Köylü en çok tekrardan savaş çıkmasından ve köylerinin de bu savaşa dahil olmasından korkmaktadır. Ahmet Celal köye ilk geldiği zamanlar kahvede şöyle bir konuşma geçer. Ahmet Celal, köylülere İstanbul'un dört devletin işgali altında olduğunu, İzmir'in ta Bursa'ya kadar Yunan işgali altında olduğunu, Adana'dan henüz Fıransa'nın elini çekmediğini, Urafa'da halan daha savaş yapıldığını söyler. Fakat tüm köylü savaştan yeni çıkmış olan Mehmet Ali bile tüm bu söylenenleri geçmiş zamana ait bir masalmış gibi dinler. Bunun üzerine Ahmet Celal İstanbul'da ne devletin, ne padişahın, ne de hükümetin beş paralık itibarı kalmadığını. Yabancı subaylar, sadrazamlara emirler verdiğini. Padişahın yetkilerini özgürce kullanamadığını söyler. Köylülerden biri efendi tekrar savaş olacak mı diye sorar. Ahmet Celal ''...savaş hiçbir zaman bitmedi, halan daha devam etmektedir. Duymadınız mı? Mustafa Kemal isminde bir büyük kumandan, İstanbuldan çıktı, Anadolu'ya geçti. Erzurum'da, Sivas'ta milleti başına topladı. ''Hükümet, devlet görevini yapmıyor. Biz kendi kendimizi koryacağız. Düşmana karşı koruyacağız.'' dedi. Şimdi onun askerleri bizim için cephede savaşıyor.'' der. Bunun üzerine Mehmet Ali ''Beyim Allah vere de bizi tekrar akere almasalar.'' der. Bunun üzerine Ahmet Celal yıkılır.
Ahmet Celal hergün gazete almaktadır. Ve bu gazetleri evinde biriktirmektedir. Bunun nedeni savaşın nasıl geliştiğinden, neler olduğundan, düşman askerlerini nerelerde bozguna uğratıldığıdan haberdar olmak isteyişidir. Yine bir gün bu gazeteleri okurken ilk İnönü zaferi haberini görür ve bu haberi köyde her önüne gelene büyük bir sevinçle anlatır. Fakat muhtar Ahmet Celal gibi düşünmemektedir. Ona göre, Mustafa Kemal'in açtığı yol yol değildir. Çünkü padişah kendisi ile değilmiş. Padişah düşman askerle çoktan anlaşma yapmış. Barış yapılmış. Mustafa Kemal bu şekilde İzmir'de duran düşman askerin kızdırırmış. O yüzdenmiş ki düşman askeri ileriye varmış, Bursa'ya kadar gelmişdir. Ahmet Celal burda öfkeyle yazık çok yazık, o erler cephede düşman askerleriyle yırtık şalvarlarıyla, ayaklarında çarıkları olmadan yalınayak çarpışmakta sizin ettiğiniz lafa bak demeliydi ama demedi onun yerine öfkeleyle bakınmakla yetindi. Bu açıdan burda çok pasif kaldığını düşünüyorum.
Mehmet Ali askere geri çağrılmaktan çok korkuyordu. Ne zaman savaş bahsi geçse ''Beyim bizi gene askere alacaklar mı?'' derdi ve Ahmet Celal ''Olabilir.'' dediğinde, hemen ''Nasıl olabilir beyim bizi terhis etmediler mi?'' derdi. Ahmet Celal buna çok güzel bir yanıt verdi. ''Bak düşman askerleri şuracığa kadar geldiler. Top sesleri ve mermiler biraz kulak versek duyabileceğiz. Düşman askerleri şu tepenin ardında görünüverse, elin kolun bağlı durabilecek misin? Senin köyünü yerle bir etse durabilecek misin?'' der. Mehmet Ali '' Yok beyim burya kadar geleceklerine aklım ermez.'' der. Ahmet Celal ''Eğer tüm köyler, bu köydekiler gibi düşünürse, eğer her talimli asker senin gibi tekrar askre gitmekten korkarsa, tabi gelir. Ona hiç şüpe etme.'' der. İşte bu kitabın en beğendiğim bölümlerinden biridir. Köy birşeye kendini o kadar inandırmıştır ki savaştan korkar, savaşmak istemez. Bu yüzden olan her şeyi görmezden gelir. Yine de Ahmet Celal doğru bilidiği şeyi ısrarla yapmaktadır.
Köye gelen ve köydekileri kandırıp onlar için dua ettiğini söyleyen Şeyh Yusuf'da Ahmet Celal yüzünden köyü erken terketmesi ve savaş konusunda köylülerle aynı fikirde olmaması, kurtuluşun tek yolunun savaşmak ve yurdu tüm düşman askerlerden temizlemek olduğunu savunması, artık Ahmet Celal'i iyice köylülerden uzaklaştırmış, yanlızlaştırmıştı. Bu arada Mehmet Ali tekrardan askere çağrılmıştı. Mehmet Ali de evden gidince Ahmet Celal evde Mehmet Ali'nin annesi Zeynep Kadın ve küçük kardeşi İsmail ile kalacaktır. Tüm bu olanlar üst üste gelince köyün yakınlarında bir kulübeyi kendine mesken tutmuş orda yaşamaya başlamıştır ve Emine adına komşu köyden bir kıza aşık olmuş fakat Emine'nin İsmail ile evlenmesiyle kalbi daha da kırılmıştır. Bir ara Ankara'ya gitmeyi orada milli mücadelede etkin rol oynamayı düşünmüştür. Çünkü kendisi savaşı istemeyenlerin arasında yaşamaktadır. Bu milletin tek güç kaynağı bu köyler değil mi? Ne kadar yoksulluk içinde de olsalar, ne kadar umutsuzluk içinde de olsalar, onlara bu vatanın ihityacı vardır.
Ahmet Celal evinde ona yardıcı olsun, yemek ve temizlik yapsın diye köyden Emeti Kadın adında orta yaşlı bir bayanı işe alır. Emeti Kadın Ahmet Celal'in çalışma odasına hiç girmez. Bunun nedeni odadaki resimler ve tablolardır. Hatta Ahmet Celal'e bunlarla korkmadan, çarpılmadan nasıl yaşadığını sorar. Burda köylülerin inanışından ve Ahmet Celal'in aynı atalardan, aynı kandan gelmelerine rağmen köylü ile aydın arasındaki farkı bir kez daha gözler önüne serilmektedir.
Düşman uçakları köyün üstünden geçmesi ilk başlarda Köylüyü hayrete düşürmektedir. Daha sonra bu olayı benimsemekte ve hava gösterilerisi gibi görmekte, eğlenmektedirler. Hatta bu uçakların sesinden korkan kargalar ekinlere zarar vermediğinden, fayda sağladığını bile düşünmektedirler. Bu uçaklar köyün üstünde uçarlarken bir takım kağıtlar da aşağıya atmaktadırlar. Ahmet Celal bu kağıtlardan birini alır ve okur. ''Eskişehir, Kütahya'yı aldık. Yarın öbürgün buralara kadar geleceğiz. Sakın yerinizden yurdunuzdan olmayınız. Biz size kötülük yapmaya gelmiyoruz. Halife ve padişah bizimle beraberdir. Biz sizi Kemal'in çetelrinden kurtarmak için geliyoruz.'' yazıyordur. Böylesine bir oyun, böylesine bir düzenek, halkın dini duygularını kullanmaya çalışmak gerçekten de çok acı vericidir. Ama Ahmet Celal'e bunların hiçbiri koymuyordu da sadece köy halkının tüm bunlara inanması koyuyordu. Kimse Ahmet Celal'i dinlemiyor, herkes Bekir Çavuş'la Salih Ağanın tarafını tutuyordu. Kitabın bir bölümünde bu konuyla ilgili şu diyolog geçmektedir. Bekir Çavuş ''Korkmayın ben işittim. Aldıkları ve yedikleri şeylerin parasını verirlermiş.'' Ahmet Celal ''Bir söz vardır. Askerin geçtiği yerde ot bitmez.''
Bir gün yüzbaşı, genç subay ve bir binbaşı çıka gelir. Ahmet Celal ile karşılaşırlar. Binbaşı etrafına bakınıp sorar ''Yahu bu köyde kimseler yok mu?'' Ahmet Celal ''Vardır. Ama hepsi bir köşeye sinmiştir.'' Binbaşı ''Burda Kızılca kıyamet kopunca ne olacak?'' Subay ''Sahi azizim. Siz onlara söyleseniz de bir an önce hayvanlarını önlerine alıp ateş hattından öbür tarafa geçseler.'' Ahmet Celal uçakların attığı kağıdı cebinden çıkarıp subaya uzatır. ''Onlar buna inanıyorlar. Benim söylediklerime kulak asmazlar.'' Subay kağıdı alır okur ''Buna inanıyorlar ha! Öyleyse Bir şey söylemeyin. Onlar kurtarılmaya layık değillerdir.'' Binbaşı kağıdı okur ''Bunlar hiç düşman istilası görmediler ki. Ne bilsinler. Siz gidin de bir Rumeli'liye yabancı bir ordunun veya idarenin iyi olabaileceğini söyleyin. Eğer hain olduğunuzu düşünmezlerse mutlaka deli olduğunuzu zannederler... düşman elli, altmış kilometre ötede neler yaptığını bilmiyorlar mı?'' Ahmet Celal ''o kadar yakındalar mı?'' Binbaşı ''Daha vakit varken çıkıp gidin Ankara'ya.'' ve Ahmet Celal kendisiyle konuşmaya başlar. Ankara'da nasıl bir yardımım dokunacak. Ben onlara bir başbelası olurum... Ahmet Celal, vatanı için herşeyi yapmaya hazırdır. Ama kolunun olmayışı, cephedeki savaşa destek olmak yerine köstek olmamak için bu düşüncesinden vazgeçer.
Bir de kitapta Çoban Hasan karakteri bulunmaktadır. Kitabın sonlarına doğru Ahmet Celal'in en yakın arkadaşı olmuştur. Bir gün ovada hayvanları otlatırken top seslerini işitirler. Ahmet Celal, Çoban Hasana ''Şu tepenin ardında savaş oluyor.'' Hasan ''Savaş ne demek.'' Ahmet Celal ''Asker kavgası.'' der. Bence burda savaş kavramı bu kadar sade anlatılmamalıydı. Duyguları kabartan bir tanım daha etkileyici olabilirdi.
Yine köyün üstünden uçaklar geçmeye ve kağıtlar atmaya başladılar. Kağıtlarda şunlar yazmaktaydı. ''Muhterem Anadolu ahalisi, Kemal çeteleleri mahvolmuştur. Adım adım bütün şehirleri, kasabaları zapt ettik. Şimdi Ankara üzerine yürüyoruz. Sakın bize karşı düşmanca harekete kalkışmayın. Biz sizi, Halife tarafından kurtarmaya geliyoruz.'' Bekir Çavuş ''Düşman, tee İzmir'de idi, sağdan soldan sataştılar. Buralara kadar gelmesine sebep oldular...'' Ahmet Celal ''Bir Türk için İzmir ne ise Sivas da o dur. Diyarbakır ne ise Samsun da o dur. İzmir zapt oldu mu, bütün Anadolu'nun ilmiği düşmanın elinde demektir. Orası kurtulamayınca, burası kurtulamaz.'' Bu kitabın en sevdiğim ve en anlam yüklediğim yeriydi. Gerçektende milli birlik ve beraberliği çok iyi bir şekilde yansıtmıştır.
Ve bir gün düşman askerleri çıka gelir. Köylerde evelere girip, silah, müimmat gibi şeyler için arama yaparlar. Ahmet Celal'in asker olmasından dolayı onun evinin önüne asker dikerler. Köyün bütün kaynaklarından yararlanır, yer, içer, en iyi şekilde ağırlanır. Köylülere tüm bu hizmetlerinin karşılığında bir kağıt parçası verip, yedikleri ve kullandıkları herşeyin parasını daha sonra ödeyeceklerini söylerler. Bir müddet sonra köylüye zarar vermeden, yol göstersinler diye muhtar Salih Ağa ve İmamı önlerine takıp köyden ayrılırlar. Salih Ağa ve İmam geri döndüklerinde birkaç gün içinde düşman askerinin Ankaraya varacağını söyler. Bunun üzerine Ahmet Celal sinirlenir ve '' ...Olamaz, düz yolda bile yürüye yürüye gitseler yine varamazlar.'' diye çıkışır. Salih Ağa ''Sen görürsün.'' Ahmet Celal ''Ben ne göreceğim? Sen göreceğini görmüşsün, işte. Samanını, arpanı yediler, bitirdiler. Seni önlerine takıp günlerce yürüttüler. Eline de beş para vermediler.'' der. Ahmet Celal ne olursa olsun düşncelerini savunmaktadır. Tüm köylü ona sırtını çevirmesine rağmen , o doğru olduğuna inandığı şeyi yapmaktadır. Tüm bunları yaparken git gide ümidide azalmaya başlamıştır.
Yine bir gün Hasanla ovadan dönerken, köyün düşman askerleriyle dolu olduğunu görür. Kurtulus Savaşı da iyiden iyiye alevlenmiş ve köylüler Ahmet Celal’in anlatmaya çalıştığı gerçekleri yaşamak zorunda kalmıştır. Bu askerler bir önceki askerler gibi değildir. Köylüler dereye kaçarak gizlenmeye çalışmıştır; ancak Yunan askerleri onları yakalar ve köye getirir.
Emeti kadının oğlu Hasanı döverek öldürmeleri bir başlangıç olacaktır. Köydeki tüm evleri yağmalayıp, yakacaklardır. Köy halkını köy meydanında topladılar sadece köyün İmamı ve Muhtar Salih Ağa ortalarda yoktur. Bir önceki düşman askerleri, onlara, gelecek diğer düşman askerleri dokunmasınlar, evlerini yağmalayıp yıkmasınlar diye bir kağıt parçası vermişlerdir. Bu bir çeşit sus ve herşeye göz yum için verilen rüşvettir. Ahmet Celal için bu anı defteri artık onun hayatını anlatmaktan çok kurtuluş savaşını anlatan bir belge niteliğine gelmişti. Bu yüzden bu defter her ne olursa olsun düşman askerinin eline geçmemesi gerekirdi. Ahmet Celal defteri kıyafetlerinin içine saklamıştı. Köy meydanında askerlerin köylülere yaptığı zulme katlanamayacak duruma geldiğinde Emineyle kaçacaklardır.
Ahmet Celal, bir anlık kargaşadan yararlanıp Emine’nin elini tutar ve ikisi koşmaya başlarlar. Düşman arkalarından ateş açar ve onları yaralar. Ayrıca tüm köy halkı düşman tarafından öldürülür. Köyün mezarlığına kadar ancak gelirler. Orada sabaha kadar bekleyip sonra yola çıkmaya karar verirler; ancak Emine’nin yarası ağırdır ve devam edemez. Ahmet Celal anı defterini Emine’ye verir ve herşeyini bırakarak yeni ve bilinmeyen bir hayata adım atar.















Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Şinasi'nin "Münacaat" şiirinin beyitleri ve açıklamaları

MÜNACAT ŞİİRİNİN ÇEVİRİSİ

DİRSE HAN OĞLU BOĞAÇ HAN DESTANINDAKİ MOTİFLER