Aldığım Her Nefeste (Hikaye)

Aldığım Her Nefeste
Bu gün günlerden salı. Oysa her zamanki gibi standart bir sabahtı. Üstelik normalinden beş dakika bile fazla uyumuştum. Belki günü farklı kılacak ilk adımım buydu ama ben bunun dahi farkında değildim. İnanılmaz bir rüzgar ve inceden bir yağmur... Dışarıda dakikaları koşuşturmakla gecen insan sürülerine, metroya yetişmek için çabalayan ben de dahil oldum. Ama olmadı... Gri sert zemine sürtünen keskin demir sesleri. Kapılar açıldı, kapılar kapandı, metro gitti ve ben zamanı bekletemedim. İşe geç kalmanın yanında daha ciddi ne olabilirdi? Rüzgar hızlandı yağmura karıştı, gök gürledi. Taksi! Evet, evet taksi. Metronun hemen önündeydi. Taksinin kapısını tuttuğumda, aynı anı ilk kez o zaman yakalamıştık. Sen, aynı refleksi göstermiş ve teninin her zerresine kadar ıslanmıştın... 
İlkin basit bir Taksiyi paylaşmakla başladı hikaye daha sonra bu durum alışkanlık yarattı bizde. Dakikaları, saatleri, yemekleri, sevgiyi, aileleri ve aynı evi paylaşır olduk. Meğerse ikimiz de ne paylaşımcı insanlarmışız... Askerdin sen, güçlüydün, asildin. Belli dönemlerde göreve giderdin. Asker eşi olmak kapı eşiği olmaktır. Bilirim ben çok defa öğrendim bunu. Bir parça buruklukla yaşamak sıkıcıdır bilemezsin. Her gün için biraz umut, her an için biraz korku. Öyle ya yalnız kalmayı da öğrenecek insanoğlu. Sonra, sonra ansızın kapı çaldı bir gün. Beni apar topar beyazların en açık tonunda bir hastaneye getirdiler. Önümde koca bir cam. Önünde ben, arkasında sen boylu boyunca… 
Çatışma dediler, anlattılar. Duymadım, anlamadım, titriyorum, nefes alamıyorum. Sonra vurulmuşsun, öyle dediler bir ara bunu anımsıyorum. Acısı çok olanın umudu güçlü olurmuş. Ama olmuyor işte... bir şeyi ne kadar istersen o kadar olmuyor. İnsan hep en korktuğu şeyle sınanırmış. Dakikalar, saatler geçti, gün döndü. Ameliyathaneden çıkarıp odaya aldılar. Bir yerde okumuştum, şöyle diyordu “dua’sı olanın duyanı da olur” diyordu. Doğruymuş. Gün doğdu, gün battı, sen uyandın. Yorgundun, halsizdin. Az buçuk uzamış sakallarının ardında kalan tebessüm dolu dudakların. O anın en güzel özeti şu ki; sen dünyanın en güzel ses tonuna sahiptin. Kaybetmek üzerine bir kaç cümle kurduk beraber. Sarıldık bir müddet. Sonra yoruldun. Sesini iyice duyurabilmek için kulağıma fısıldadın. Nefesin deydi tenime. Yaktı, yanan yere nefesini hapsettim ben. Şöyle işittim, öyle yazıldı; "Aldığım her nefeste..." diye başlayan cümleni birlikte tamamladık. Sonra sustun, nefes alamadın, boğuldun, yapamadın, bu sefer tamlayamadık. Olmadı, yapamadık yarım kaldık. Tıpkı bu cümle gibi yarım kaldık. Kelimeler, boğuk karanlık koridorlarda çığlıklara sarıldı, haykırışlar parçalandı. iç kanama ve ani şok! Bitmek bilmez gözyaşları.
Umudun hayal kırıklığına uğraması da insanlık suçu oysa. Sonra... sonra odalar dolusu insan doldu, odalar dolusu insan boşaldı. Kalabalıkla mücadele ettim bir süre. Mücadele etmek zorunda kaldım. Onlar, öldüğünü sürekli dayatmak istediler. Oysa hiçbir ölümün tek başına olmadığını bilmiyorlardı. İnsanlar öldüklerinde geride bıraktıklarını düşünmezlermiş. Oysa sen böyle biri değilsin. Onlar bunu anlamıyorlar. Yinede onları da tebrik etmek lazım. Sonuçta sürekli bir şeyler anlatmak ama duyulmamak kabiliyet gerektirir. O son nefes benim hayatımdaki herhangi bir dakikanın 27. Sahnesiydi. Kimsenin fark edemediği ama hep orda olan siyah, simsiyah bir kare. Önce ölenler unutulur sonra insanlar yada önce insanlık ölür ve sona diğerleri. 
Bugün yine yerin dibine zirve yapmış insanlarla birlikteydim. Yine aralarında fısıldaştılar, güldüler, kahvelerini içtiler. Birbirlerini kıskandıkları kadar samimiydiler. Sonra patlayan maytaplarla birlikte bir pasta getirdiler. Doğum günümmüş! Ne aptalım, nasılda unuttum… Öyle ya on gün arayla doğumum ve çok yaklaşmış ölüm dönümünü kutlayacaktık. Şirketten bana saat almışlar. Hediye ettiler. Neriman yine susmadı. Kolumdaki koca saati artık çıkarmam gerektiğini, bir bayana erkek saatinin hiçte yakışmadığını, bazı şeyleri geride bırakıp hayata devam etmem gerektiğini söyledi. Onlara kızmıyorum bile… Hata tamamıyla bizdeydi. Hayattaki tek başarısı nefes almak olan insanlardan çok şey bekledik. Bu saatin üzerindeki çiziklerin senin hayatındaki kesitleri fısıldadığını nerden anlayabilirlerdi. Yaşadığın her saniyeye, dakikaya, saate şahit olduğunu... Onu taşımak daha acı, daha ağır oysa. Son saniyesini son nefesiyle tüketen bir saat… 
Nabzın avucumun içinde attığında paramparça olmuş birini mi paramparça olmuş bir saati mi toplamak zordur. Son nefsine karşılık aldığım her bir nefes. Dayanamıyorum yapamıyorum. Gece yarısı bomboş bir odaya yalnız uyandığında iyi insanları kaybetmenin ne demek olduğunu bir kez ezberliyorum. O kadar yalnızım ki tamamen unutulmuşum. Koca, koskoca bir boşluk. Evren bile varlığımı saymıyor. Gölgelerime güneş düşmüyor. Karanlıklarda kayboluyorum. Ve daha ürpertici olanı gün geçtikçe bende yok olmak istiyorum. Şu sıralar kötü bir şeyler olabilir aslında, fazlasıyla boştayım, fazlasıyla müsaidim.
Bilirsin kafamda büyük senaryolar kurarım ben. Sonra olayların göbeğine kendimden sahneler ekler karakterleri yönetirim. Yargılarım, savunurum, yalnız ölünemediği için katl-i vacip kılarım. Şu sıralar susma hakkımı kullanıyorum. Çünkü bazı kelimeler kimseyle paylaşılmayacak kadar değerlidir. Sadece ara sıra dua ediyorum. Sahi hala dualarımda adını anıyorum, buna hakkım var mı bilmiyorum. Öyle ya ben uzun süre ne sana ne kendime gelemedim. Beklemek güzel şey de tek başına sıkılıyor be insan. Denedim… Vallahi denedim. Ama olmadı. İnsan karar vererek ölemezmiş. Öğrendim… Zamana bırakmak çaresizliğin diğer yüzüymüş. Gün geçtikçe elbet eksilirsin, eksilirsin ama ölemezsin. Ölemezsin ki ölmenin o kadar kolay bir şey olmadığını öğrenirsin.  Sonra ayağa kalkar alkışlarsın, tebrik edersin, hayran kalırsın. Nasılda başarmış, nasılda güçlüymüş asilce ölmeyi bile başarmış dersin. 
Sevmekte kaybetmekte bir ana ait. Yapabileceğimiz en harika şey unutmaktır. Her şeyi bir saniye bile olsa unutmak. Herkes bir şekilde kaybettiği, tükettiği zamanı geri almak ister. Onu daha değerli harcamak için. Şayet ben o gün, o metroyu kaçırmasaydım… Ama boş ver. Öylesi inan bana daha acı. Yakıcı yalnızlık kadar, an’lar da hatırlanınca acıtır. Bazı acılar da bedeli ne kadar ağır olursa olsun çekilmeye değerdir.
Ölemiyorum, unutamıyorum, hiçbir şeyi beceremiyorum, ne yapacağımı bile bilmiyorum. Bilirsin pek cesur değilim ben ama ne kadar inkar etse de insanoğlu ben itiraf ediyorum. Ölemiyorum çünkü çünkü umudum var. Mutluluk hazzını yeniden anımsamak için hep bir ümit ışığı var. Bak hala nefes alıyorum görüyor musun? Koskoca on dakikayı da tükettik ve ben yine ölemedim. Ama şunu vasiyet ederim ki eğer bir gün ölürsem o Salı günkü yağmurla yıkasınlar beni. Çünkü bu hikaye o yağmurla başladı, öyle de bitmeli.  


   

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Şinasi'nin "Münacaat" şiirinin beyitleri ve açıklamaları

MÜNACAT ŞİİRİNİN ÇEVİRİSİ

DİRSE HAN OĞLU BOĞAÇ HAN DESTANINDAKİ MOTİFLER