İnci’ye Mektup (Hikaye)





İnci’ye Mektup
Kasım, her zamankinden daha soğuk geldi bu yıl. Bilirsin karanlığa doğmasını sevenlerdenim. Ekmeğin en sıcağı, sütün en tazesi, tamam… Gazetenin arasına sıkıştırmış postacı, en saf haliyle bir beyazlık döküldü kirli sayfaların arasından. Sana on üçüncü günün mektubundan seslenir gibi yazıyorum. Kalemin mürekkebi donmuş. Ya da sabahın ayazı onun da sınırını zorluyor. 
Sabah pencereyi açtım. Bankta sarhoş iki üç evsiz, köşede bekleyen iki taksi, mesaisi bitmek üzere olan gece çalışanları ve sessizlik… Günü en sevdiğim, en temiz saatleri. Yine karşı apartmandaki ihtiyar (yalnızlığından mıdır, yaşlılığından mıdır, hastalığından mıdır bilmem) perdesini açıyor. Günün en tazesine o da alışkın demek ki. 
Hava soğuktu, üşüdüm. Arkamı döndüğümde hala baş ucu lambam (bana hediye ettiğin günden beri hayatıma bu kadar uzun süreyle giren, bana yardım eden ama karşılığında hiç sorun çıkarmayan yegâne varlığım) yanıyordu. Artık etraf aydınlıktı. “İncinin lambası.” dedim. Sen uzaktasın duyamazsın. 
Kaç bardak kahve içiyorum, kaç eski film izliyorum, kaç milyon yalancı umutla başlıyorum yeni güne, bilemesin. Alışıyorum günün sertliğine, getireceklerine, götüreceklerine… Usulca itaat ediyorum. Söz gelimi yine yatağımdan kalktım bak, perdeyi açtım, kahve pişirdim, günün en taze yorgunluğunu üstlendim bir başıma. Garip, yalnız seni arıyorum son günlerde. Belki sen benim Nahit Hanımım ben de senin Zuhal Hanımın… Sahi hala sever misin şiirleri? 
Kahve sabahın yeni yeni ısınan güneşine karşı soğudu. “İçgüdülerine güven!” derdim sana. Çünkü senin içini konuşmak, bardaktaki suya bakmak gibiydi. Dudaklarında bir tebessüm…
Yorgunum biliyorsun. Çalışmaktan değil, havanın kirliliğinden. Bu koca şehrin içinde kaybolduğumdan, kaosundan,  hareketinden, yabancılığından… Aynı hava mahvetti günün en temiz saatlerini. Gece karanlığa gömüldü. Güneş çatladı, kırıldı ve yeni güne doğdu. Öyle ince, öyle nazik, öyle temizsin ki, sabaha dağılıveriyor anıların. Dışarıda kıyafetlerinin içi boşalmış kara dayılar, durmadan koşturan, çalışan, bağıran, umut bekleyen, satıcılar… Halı çırpan, sakız patlatan, çene çalan, çamaşır asan, çiğdemin son zerresine kadar tükettiği kadınlar Çirkin yapıların aynı suratlı kapıcıları… Samimiyetler, samimiyetsizlikler, çocukların sesleri, taze ekmek! 
Gün yayılmaya başladı saatlere. Bu şehirde, bu mahallede, bu odada ne işim var benim! Kalkıp yanına gelmeli ya… Kolay değil bunlara alışmak, güç benim için. Babam… hiç soruyor mu beni? Ya annem, onu öyle özledim ki. Hala hayalimde, o gece giydiği kırmızı örgü yeleği ve kömür saçları ile duruyor. Üç yıl onu da değiştirdi mi? Yoksa o da unuttu mu beni? Bana kızma İnci. Nasıl sen buraya ait değilsen ben de oraya ait değilim. Ne orada, ne burada olmuyor işte… 
Düşündüm, güldüm. Bir güvenebilsek kalabalığa her şey yerini bulur. Gün iyiden iyiye yayıldı. Kalkıp hazırlanmalı. Dün yine bir telaş metroya BİNEBİLDİM. Çok şükür. Yine milyonlarca hayat sıkıştı geniş alanlara, yayılamadı. Bir üniformalı (belki subay), memurlar, birkaç genç, okula yetişmeye çalışan öğrenciler, yarı uyuklayan teyze, altmışını geçkin amca, hayallere dalmış ben… 
Şehri dışarıda tutan metronun camı. Sonsuz kalabalık, sormayan, hissetmeyen, sadece yürüyen, kıpırdayan, boş, sonsuz ve soğuk/soysuz kuru kalabalık. Yıpratıyor içimi, içimizi, bizi. Şu köşede dalgın bakan kadınla göz göze geldik. Hüzünlüydü. Belki o da güvenmişti birine, belki yüzündeki bu eziklik, soğukluk, tebessümsüzlük tecrübeydi. Aynı bizim gibi. Senin kalbin hala temiz İnci. Ben kömür karasına bulanmış bir katran/adeta bir mürekkep gibiyken sen sayfanın boş ve temiz yaprağıydın. Ben seni mahvediyorum İnci. Her şey nasıl korkunç, nasıl sert, nasıl… Hiçbir şeye inancım kalmadı artık. Çayın içine attığım şekerin bile tat verdiğine inanmıyorum. Ya da hiçbir şey tat vermiyor artık bana. Hala alışamadım Cuma gecelerine. Eski hatıralar, anılar… Çelik, keskin sesler geliyor sonra aklıma. Hızla bağdaşıyor her şey. 
Zaman bir şeyler anlatıyor, terbiye ediyor bizi. Çoğunlukla ilerlemiyor ya hep olduğu yerde. Bunları toplamak, kavramak, yok etmek öyle zor ki… Tüm anıları hatırımdan hızla temizlemek yok etmek isterdim. Bir daha asla kabul etmemecesine… Ama yıldım, paramparçayım aynı senin gibi. Hala eksik parçalarımız var tamamlayamadığımız. Hala tek rengiz… Siyah yahut beyaz. Bir Gri olduk mu, tamam! 
Kurumuş mürekkepten anlarsın sen, kahvem soğumuş. Onu tazeledim. Tamam, kızma devam ediyorum. Geçen gün yine gördüm gölgeleri. Soluğum kesilecekti. Acı ile karışık hüzünlendim yine, ama belli etmedim. Bilirsin beni buzdan kaleler inşa etmekte iyiyimdir. Bazen düşünüyorum; her şeyin en ucuzunu, en basitini, en olurunu aramak mı benim sorunum. Yoksa tüm bunları hak ediyor muyum? 
Sen olsan bilirsin benim bakışlarımdan, anlarsın, anlatırsın, ağlarsın benimle, gülersin. Gözlerini düşündüm. O duygulu hissiyatlı gözlerini. Benimle birlikte acımı gören ve canı yanan kapkara gözlerini… Hep “Vardır bir hayır, üzme kendini, oluruna bırak abla…” derdin. Yine duyar gibiyim.
Bizim oralarda gün daha yakın doğarmış gökyüzüne. Kolay kolay kabullenemiyorum. “Terk et, bakma eskilere, unut, eskit, yıprat zamanı, bütün bunlar içinde sabret…” diyorsun. Peki ya sen nasılsın? Eksildi mi geçen zaman bir an bile olsa. Zaman var küçüğüm yıpratma kendini (ister benim yanımda ol, ister oralarda) mutluluğun ince nabzını yoklayan bir an gelecek. İnan buna. Onu duy. Ona inan. Güvenmek mi? Dağıldı mürekkebim. 
Bir daha asla!

Dip Not:
“Onüç Günün Mektubu” Cemal Süreya'nın 1972 yılının Temmuz ayında hastaneye yatırılan, eşi Zuhal Tekkanat'a yazmış olduğu (içinde Cemal Süreya’nın kendi el yazısı da bulunan) mektuplardan oluşan ve Yapı Kredi Yayınlarından çıkan son kitabıdır. 
“Garip” Cumhuriyet döneminde Orhan Veli'nin öncülüğünde çıkan ve Melih Cevdet, Oktay Rifatla ortak eserlerinin bulunduğu kitap. Yapı Kredi Yayınlarından  özel ve tek baskı haliyle çıkmıştır. 
“Yalnız Seni Arıyorum” Orhan Veli'nin  tek büyük aşkı "Nahit Hanım"a göndermiş olduğu mektuplardan oluşan eser. Yapı Kredi Yayınlarından  Orhan Velinin 100. Yılına özel (Orhan Velinin kendi el yazsının da bulunduğu) baskısı da çıkmıştır. 
“Nahit Hanımım” Nahit Gelenbevi Fıratlı Damar (d. 1909 - ö.  2002) Halil Vedat Fıratlı ve  Arif Damar'la evlilik yapmıştır. Orhan Veli kendisine derin bir sevgi beslemektedir.


“Zuhal Hanımım” (d. 1938) Cemal Süreya 1967 yılında Zuhal Tekkanat’la evlenmiştir. Kıskançlık yüzünden boşanırlar ve 1976 yılında yeniden evlenmişlerdir. Oğullarına Memo Emrah adını verirler.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Şinasi'nin "Münacaat" şiirinin beyitleri ve açıklamaları

MÜNACAT ŞİİRİNİN ÇEVİRİSİ

DİRSE HAN OĞLU BOĞAÇ HAN DESTANINDAKİ MOTİFLER