Karanlığa Gömülenler (Hikaye)

I. Bölüm
Karanlığa Gömülenler
Ayın yirmi üçünün dolunay vakti. Ay karanlık odanın çelik ve koyu seramik kaplı ortamında gün gibi parlıyordu. Yüzümü serin cama dayadım. Aşağıda boğuk, cehennem gibi trafiğin üzerine kamçı gibi inen yağmur trafiği felç etmişti. Farlar yüzünden cadde griyken birden bire renk değiştiriyordu. Kırmızı, turuncu ve yeşil… Yüzeyde kümelenmiş yağmur damlaları ışığı yansıtıyordu. Bir adım geriye çekildim. Camda suretimin izi; alın, burun, dudaklar ve çene. Nefesimin boğuk buharı… 
Metin gitmişti, gün bitmişti ve geride yüzleşecek gece kalmıştı. Bir de yalnızca onu suçlayan bir ses. Burnuma mobilya cilası ve tarçın kokusu geldi. Dakikanın salise bölü yarısında aile fotoğrafı gözüme çarptı. Karanlığa alışan gözlerim artık yeterince iyi görebiliyordu. Şifonyerin üzerinde cam nargile ve pirinç mumluğun yanında… Onu bana neden verdiklerini bile anlamıyorum!
Zihnimde; siyahların içinde gömülü karanlıkta sallanan gümüş grisi bir sarkaç vardı. Sarkaç durana kadar bekledim. Dakika tamamdı. Gece yarısı hermle saatin çığlıkları geniş salonda yankılanıyordu. Ne yapacağımı bilmiyordum.  Derin bir nefes alıp kapıya doğru döndüm. Gözlerimi yumdum. Gözlerimi açtım. Odada ani bir flaş patladı. Sonra, sonra ani bir gürleme sesi. Bekledim, hiç bir şey olmadı. Ayaklarımı yere koyup yatakta doğruldum. Karanlıkta terliklerimi bulmak için savaştım. Gecelik bacaklarıma dolanmıştı. Kalbim ateşten parçalanacak gibi yanıyor. Kapıya doğru koştum. Sonra Despina’nın odasına... Karanlıkta yatağa doğru koştum. Despina’nın terliklerine takılıp neredeyse yere düşüp gürültü koparacaktım ki son anda yatağa tutunup doğruldum. Örtülerin arasından süzülüp ona sıcacık sokuldum. Despina döndü, gerildi, sırtı sertleşti. Başucundaki lambayı yaktı. “Senin kadar pis ve iğrenç bir çocuk görmedim. Çık, çık çabuk yatağımdan!” Ben halıda durmuş tir tir titriyordum. “Odana çabuk!” Holde koşarken şimşekler üstüme üstüme çakıyorlardı.   
Korku hayallerle birlikte geliyordu. Ceza olarak, geçmişin bedeli olarak… Bilemiyorum. Hala ara sıra doktoru ziyaret ediyorum. Bastırdığım o, karanlık korkusu. Uzun yıllar tedavi oldum. Ama olanları unutacak kadar değil; onu unutacak kadar değil. Oysa Metin, kaybettiği onca şeye rağmen zamanı bir köşesinden tutup yakalayabiliyordu. Hayatın tadını çıkarmayı kendisine de öğretmişti. Doktor onun benden daha iyi olduğunu söylüyordu. Acıyı korkuyu unut, düşün! Hemen! Durmadan! Zaman kazanmak için, yıllarını kazanmak için. 
Ne düşünüyorsunuz? Benim kim olduğumu, başıma neler geldiğini, ne yaptığımı biliyor musunuz? Hayır. Anlamak, işte buydu. Bir fırsat. Buna tutunun. İnsan korkunca konsantre olması zorlaşıyor. Eğer büyük bir fikriniz varsa bundan gerçekten etkilenebilmem için beni korkutmanız lazım. 
Metin eve getirildiğinde yalnızca üç yaşındaydı. Yürümeyi yeni öğrenmiş bir ördek yavrusundan farkı yoktu. Bense saçları daima özenle taranan ve ondan sadece 26 ay büyük olan üvey kardeştim. Beni de muhtemelen onun gibi görevliler getirmişti. Hatırlamıyordum. Önemi de yoktu. Hatırladığım tek anı Despina’nın bir olay sebebiyle mahkemeye çıkması ve bizim bu süreçte koyu yeşil panjurlu bakım evine geri dönüşümüzdü. Oradan ayrılışımızda kaldırımda yürüdüğümü hatırlıyorum. Kesik kesik kaldırımda sek sek oynayarak… Kırmızı pileli elbisem, beyaz dantel çoraplarım, birde ayakkabıları siyah aynadan olan ve elimden tutan takım giymiş bir adam. Arkamızda Metin’i kucağında taşıyan aynı model bir kadın! Kafamı kaldırdığımda üst kat pencerelerinden bize hayranlıkla bakan yüzler… Hiç birini hatırlamıyorum bile! Laf olsun diye onlara verilen hediyeler. Bana alınan ayı kolumun altında nefretle yanıyordu. Hatırlamayı seçtiğim –ki bu çok nadirdir- son derece tatminkâr anılarım vardır.
Ha! Şunu gördünüz mü? Sessizliği bölen yegâne şey saatin tik tak sesleriyken bir de buna feci bir gök gürültüsü eklendi. Büfede duran kesme kristaller şıngırdadı. Yerde koyu damarlı siyah mermer seramiklerde flaş gibi ışıklar yankılandı. Bir kadın asfaltta yansıma yapan su birikintisinden özenle kaçınarak karşı kaldırıma doğru yürüdü. Herkes yağmurdan kaçmak için köşeleri kolluyordu. İçerisi serin ve yüzde yüz karanlıktı. Ben onları camdan görebilirdim ama onlar, dışarıdan beni göremeyecek kadar şanslılardı. Mumun son demlerinden kalan tarçın kalıntısı parfüm gibi odayı doldurmuştu. Koku şimdi olduğundan daha yoğun algılanabiliyordu. Işık patladı, gök gürledi, telefon çaldı.
-Efendim.
-(Ses kesik kesik geliyordu) Asya benim, Metin. Bugün konuştuklarımızı düşündün mü diye aradım.
-Bilmiyorum, karar vermedim. Ama uçuşu erteledim. Salı sabahtan önce değil. Onu erteledim. 
-Çok çalışıyorsun Asya, çok koşturuyorsun. Artık uzak kalmak zorunda değilsin. O, saçma açık arttırmalara çıkmak zorunda değilsin. Hizmetlilerin çoğunu sınır dışı ettim. Despinyada öldü. Şimdi sadece sen ve ben varız. Biz kaldık, bunu başardık. Bu büyük bir hayaldi ve Allah yardımcımız oldu. Biz kazandık. Bu büyük bir hediye. Hayatımızı geri aldık. Hadi seni aldırtayım. Akşamı birlikte geçirelim eskisi gibi… Seni aldırtmamı ister misin?
-Dur, hayı…
-Peki, saat çok geç olduysa sabah 8’de de bir araba yollayabilirim. 
-Bir dakika sus Metin! O evdeki pek çok şey benim için çok fazla anı saklıyor. Kendimi ondan korumam lazım Meti… (sandalyeyi itince tekerleklerin gıcırtısı ahizede yankılandı, içimdeki yakıcı öfke birden yerini acıma hissine bıraktı. Şimşek daha da acı düştü bu sefer. Boşluktan atlayan on üç yaşındaki bir çocuğun hayalleri gibi yere çakıldı. Gözlerimi kırpıştırarak gözyaşlarımı bastırdım. Sesimi gür bir tondan ayarladım) Kısa keselim. Kendimi pek iyi hissetmiyorum. 
-Yarın avukatlar gelecek. Sakat bir çocuğum Asya. Onlardan daha zeki olmadığım kesin. Seni ikna edeceğimi de sanmıyorum. Korkuyorum! Yine yalnız bıraktın beni.
-Sus Metin… Bir daha sakın, sakın o kelimeyi söyleme. 
-Bazen ona çok benziyorsun Asya. Despina ve sen ikinizin de avantajı vardı…
-Ne avantajı?
-Tutku, birde ikiniz de delisiniz.  Gülsüm Teyzeler kaç yıldır komşumuz. Bugün taziye için geldiler ve bana iğrenerek baktılar. Milyon dolarlarını milletin gözüne sokabilmek için nefes alan, mükemmelliğin dibine vurmuş zavallı insanlar. Bütün gün yapabileceğimin en iyisini yapmaya çalışıyorum. Gazeteye verdiğim ölüm ilanından sonra taziye dileklerini mektupla iletenlerden çok yüz yüze görüşmek isteyenlere yorgun ve üzgün olduğumu iletmelerini söylüyorum. Bugün birkaç komşu eve bir göz atıp çabucak bakışlarını çevirerek evin önünden geçti. Zamanında mutluluk çığlıkları atan ev belki de onlara ihanet etmiş birinin yüzü gibi çirkin geldi. 
-Çalışıyorum Metin! (dirseklerimi dizime dayamış cam karşısında güçsüzlükten çökmüştüm) Bora, Brooklyn Müzesi için çoktan görüşme ayarlamış. Bugün ofise adıma açılmak üzere Güneşle Giyinen Kadın eseri sergi için yollandı. Daha da iyisi eser müzayedeye çıkmadan alıcı da bulabilir. Muhtemelen pazartesi gecesinden. Ama şehirden çıktığım gibi organizasyon bozulabilir. Pek çok yerde satışlar gecikir. Alıcılar geri çekilir. Bora maille, uçakla ya da karayoluyla ulaşıp pazartesi gecesinden önce satışa çıkarabileceğim yerlerin listesini yolladı. Saha ofislerini tek tek kontrol ediyorum ve…
-Sesindeki ani patlamayla adeta beni suçlarcasına Metin sözümü kesti. Dur dur dur… Bir saniye! Bora, o senin patronun değil mi? Neden seni anlamıyor, neden bir türlü rahat bırakmıyor? Çünkü en iyisi olmak senin şanssızlığın... En büyük korkumuzun gömüldüğünde bile beni terk ettin. Hatları neredeyse ergenliğe giren bir kızın groteski kadar çirkin olan bir tablo için beni ve geleceğimizi bir kenara atıyorsun. Ölmüş bir adamın resmini sakat bir çocuğa tercih ediyorsun.
-Sesimdeki tınının şiddetine sahip olamadan haykırdım. Sana yüz bin defa söyledim kendine sakat deme diye. Beni sinirlendiriyorsun. (sesim git gide çatallaşıyordu) Bu senin suçun değil. Bu bizim suçumuz değil. Hiç birini haketmedik. Biz bunları haketmedik.
-Ağlama abla ne olursun. Tamam, öyle demek istemedim. Sakin ol lütfen, lütfen ağlama. Geçmişi unut. Hiç biri olmaması, yaşanmaması gereken şeylerdi. Biz haketmediğimiz şeylerin bedelini çoktan ödedik. Boş ver bunları Asya. Düşünme artık. Hepsi geride kaldı. Biz kazandık. Özgürüz bak.
-Hıçkırıklarımı yavaş yavaş bastırmıştım. Ağladığımı duymasını istemiyordum. Ben güçsüz değildim. Artık canım yanmıyordu. Düşüncelerden sıyrılmak, onları terketmek en mantıklı hareketti. Yutkundum… Müthiş bir görsel hafızan var Metin. En son senle ne zaman bir sanat kitabı incelemiştik! 
-Çok oldu. Henüz üniversite tercihlerimi bile yapmamıştık sanırım. Dali’yi okumuştuk. Balmumundan esrarengiz bıyıklar. Çok gülmüştük okurken hatırlıyor musun? Mısır da patlatmıştın. Hayret ölmediği halde döneminde değeri bilenen bir ressam. Belki de onu bu derece önemli yapan şey buydu. Ne yazık ki devlet politikalarında, bilimsel manada bir eserin değerli sayılabilmesi için teorik olarak yaratıcısının ölmüş olman lazım. Ruhsuz yöneticiler birer birer azalsa da dünya bir şekilde düzenini korumakta.
-Sesimdeki karşı koyamadığım bir keyifle böldüm konuşmasını. Unutmamışsın.  
-Hiç bir saniyesini hem de. Bak sana ne diyeceğim dinle beni. Senden ayrıldıktan sonra köşke geldim. Karanlık odadaki tüm panjurları kapattırıp yalnız bırakmalarını istedim. Senle olan bazı filmlerimizi banyo ettim. Kurutup bazılarını birbirine ekledim. Eskiden de birlikte yapardık. Asya, seni çok özledim. Neden beni umursamıyorsun? Ben senin hala kardeşinim. Yarın avukat vasiyet mektubunu açacak. Seni aramadan yarım saat önce bir kopyasını bana teslim etti. Sanırım sana da teslim etmişler. (Gözüm istemsiz olarak meşe masa üzerindeki mektubu aradı. Hala dibinde bir yudum Royal DeMaria şarap kalmış kadehle birlikte oradaydı) Yarın yanımda olmalısın. 
-Sana vermeden önce mührü gösterdi mi?
-Kendisi baktı sonra bana gösterdi.
-Daima kontrol et Metin, daima!
-Hala aşırı şekilde tedbirkarsın. Bunu yapan bir avukatımız var zaten. 
-Beni dinle, avukat ipi keserken de dikkatli olmalısın. Unutma mutlaka mahkemenin yönlendirdiği polis yanınızda olmalı. Gerçekten içinde ne olduğunu merak ediyor musun?
-Hayır! Ailemin kim olduğunu merak ediyorum. Yaşadığımız tüm acıların, saklanan tüm sırların sonunu merak ediyorum. Asya sana ihtiyacım var. O mektupta ne yazarsa yazsın benim ailem sensin. Merasimde yalnızdım, şimdi de yalnız olmak istemiyorum. Abla! Lütfen, yanımda ol.
Yanaklarımdan yaş süzüldü. Zavallı Metin… Beni anlamaya başlamak için; anneliğin kendi karanlığındaki soğuk, hissiz sesini duymak için; onun siyaha boyadığı dünyasını izlemek için; hiç duyamayacağı acıları duymak için vasiyetnamenin okunmasını istiyordu. O mektubun açılmasını istiyordu. Bu düpedüz intihardı. On dokuz yıllık bir hayatta iki intihar fazlaydı. Çıt çıkmayan evlerdeki derin yaralar bu intiharı tek başına kaldıramazdı. 
-Abla orda mısın? Uzun bir sessizlik oldu.
-Orda olacağım Metin! 
Telefon kapandı, arkadan şimşek çaktı… Camdaki alın, burun, dudak ve çene izi görülebiliyordu. Camdan aşağıya doğru süzülen bir yüz… Gözsüz, yağmur dolu bir yüz.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Şinasi'nin "Münacaat" şiirinin beyitleri ve açıklamaları

MÜNACAT ŞİİRİNİN ÇEVİRİSİ

DİRSE HAN OĞLU BOĞAÇ HAN DESTANINDAKİ MOTİFLER